İKTİSAT BİR BİLİM MİDİR?

Toplumda örfi kavramsallaşmalardan ötürü doğrular ve yanlışlar sürekli yer değiştirmektedir. Doğrular ve yanlışlar her yerde ve her çağda aynı olmayabilir ama gerçekler yer ve zaman gözetmeksizin bâkidir. Buna kıssadan hisse ile bir örnek verelim. Bir öğretmen öğrencilerine şiir yorumlama ödevi vermiş. Öğrencilerden biri de şiirdeki şairin yakınıymış. Bu çocuk şiiri sahibine yorumlatmış ve diğer gün öğretmenine götürmüş. Öğretmen de yorumlamayı doğru ve/veya yeterli bulmamış ki düşük puan vermiş çocuğa. Bu hissede hatalı davranışlar var tabii ama burada konuyla ilgili çıkarmamız gereken ders doğruların kişiden kişiye değişebildiğidir. Öğretmen kendi yorumunu doğru sanıyor ve buna göre bir ölçü yapıyor ama gerçek olan şairin kendi yorumudur. Nice zaman önce doğru bilinen olgular ve kavramlar sonradan yanlış olduğu ortaya çıktığına sizler de şahit olmuşsunuzdur. Bu yüzden bugünün doğrularına da tamamen itimat etmemek gerekir. Peyami Safa’nın da dediği gibi hep bir acaba demek gerekir. Misal iktisat ve ekonomi de aynı terimler değildir. Aynı terim gibi algılanan terimlerdir. İktisat kelimesi anlamı günümüzde daraltılmış bir kelimedir. Özü itibariyle dengeyi korumak, tasarruf etmek gibi anlamlara gelen kelime, son yüzyılda kapitalizme uygun bir tanım haline getirilmiş ve bir kabullenişin ve normalleştirmenin önünü açmış. Bizlere de böyle giriş yaparak baştan hata eden eğitimlerimizde sonradan aslında bunun hata olduğunu söyleyen hocalarımız için buradan bir teşekkür etmeyi de borç bilirim kendime. Bu durum bir insanın ismini yıllarca taşıyıp anlamını bilememesi gibidir.

Ekonomi kelimesi anlamı genişletilmiş bir kelimedir. Yunanca kökenli Fransızca bir kelime olan ekonomi ‘ev yönetimi’ manasında iken şu an makro manalarda anılmaktadır. Ama özü itibariyle iktisat kelimesinden daha dar bir anlama sahiptir. Günümüzün doğruları ile iktisat ve ekonomi aynı manaya gelmektedir. Ekonomi kelimesi aslında daha spesifik bir kelimedir. Bu kelimenin doğru kullanım şekilleri: Türkiye Ekonomisi, Dünya Ekonomisi, Tarım Ekonomisi vs. şeklinde sıralanabilir. 

İktisat kelimesi ise Arapça hedefe yönelmek manasında kullanılan  قصد kökünden türetilmiş bir kelimedir. Ahmed Cevdet Paşa mefkûresi hasebiyle inhitatçı gelenekteki değişim için Osmanlı’da iktisat kavramını öne çıkarmış bir devlet adamıdır. Amaca giden yolun dengeden geçtiğini düşünüp ona göre milli ve uzun dönemli sürdürülebilir iktisadi çalışmaların gerekli olduğunu öne sürmüş ve bu kavramı kullanmıştır. Hülasa iktisat kelimesi daha sistemsel bir kelimedir. Bu kelimenin doğru kullanım şekilleri de: Uluslararası İktisat, İzmir İktisat Kongresi, İktisat Politikası vs. şeklinde sıralanabilir.

Yukarıda bahsettiğim detaylar aşağıda bahsedeceğim sorun için örnek mahiyetindedir. 

Biz varlığın sarhoşlarıyız. Bu yüzden gittikçe dünyayı yiyip bitiriyoruz sorumsuzca. Tuvaletlere bile “Bulduğunuz gibi bırakın.” yazıları asmak zorunda kalıyoruz. Bu yazıları dünyanın her yerine assak da bu bir terbiye meselesidir. Bize bu terbiyeyi kaybettiren kabullenişlerden biri de kapitalist sisteme uydurulan iktisat tanımı ve o tanıma dayandırılan hayat şeklidir. Sosyalizm, komünizm ve kapitalizm hepsi bir sömürü sistemidir. Sadece sömürü şekilleri farklıdır. Tarihte de gördük bunu. Günümüzde ise kapitalist sistemin ağır bastığı karma sistemler mevcuttur. Kapitalizm de aksaklıkları olan, krizleriyle meşhur noksan bir sistemdir. Sürdürülebilirliğinin devamı için birilerinin canı yanması gerekiyor. Bu sistemin savunucuları bile büyüyen ve hızlanan dünya karşısında zarar boyutları kötümser bir hal alınca yeni arayışlara yöneldi: Katılım finans gibi.

Ekonomik sistem ve para insanlar için vardır; insanlar, ekonomik sistem ve para için değil. Önce bunu bir bellemek gerekir. Aslında ürün ve kaynak çoktur. (Şuursuzca bertaraf ettiklerimize rağmen bile çok.) Absürd olan bizim ihtiyaçlarımızdır. İktisadı bir ihtiyaç bilimi ya da doyurma bilimi olarak tanımlamak suyu kaseye koyup kasedeki suyu tanımlamak gibidir. Ayrıca bu tanım sadece tüketimi ele alan bir tanımdır. İktisadın anlamını daraltır bu tanım. Bize öğretilen bir okulun, bir sistemin fikriyatından beslenen bu tanım evrensel olmadığı için iktisat bilim değil tartışmasına girilmektedir. Tek tanım bazında değil başka hususlardan dolayı da bilim olmadığı düşünülmektedir ama girişi değiştirmeden devamını iyileştiremeyiz. Öncelik olarak iktisat literatürümüzü böyle taraflı yorumlardan arındırıp evrensel bir bilime yakışır şekilde tanımlandırmamız gerekir. Umut vericidir ki bu konuda çalışan, iktisadı, bireyler ve toplumların sınırlı kaynaklarını sonsuz ihtiyaçlarını karşılamak için nasıl kullandıklarını inceleyen bilim dalı olmadığını anlatan hocalarımız ve bu tanıma katılmayan, böyle tanımlamayan arkadaşlarımızın sayısı da fazladır. Bu da bizi memnun eden bir gelişmedir. O yüzden günümüz iktisadı bilim olmasa da iktisadın kendisi bir bilimdir. 

Neoklasik iktisattaki fayda kavramı ile tıptaki fayda kavramları farklıdır. Sigara içmek tıbben zararlıdır ama Neoklasik iktisada göre sigara içmek isteyen biri için bu bir ihtiyaçtır ve kişi sigarayı almak istediğinde sigarayı satın alma gücü de varsa talep etmiş olur ve bu ihtiyaç yerine getirildiğinde Neoklasik iktisada göre kişiye fayda sağlar. Kişi sigara kutusunu açıp ilk dalı çıkarıp içtiğinde en yüksek faydayı o dalda alır. Sonra bir dal daha içerse o dalda önceki daldan daha az fayda alır. Yani gittikçe aldığı fayda azalır. Çünkü en çok ihtiyaç duyduğu zaman ilk dalı içtiği zamandı. İhtiyacını giderdikten sonraki dallarda baştaki dal kadar fayda almaz. Faydası gittikçe azalır. Buna marjinal fayda denir. Bu kavram neoklasik değer kuramının da ana kavramıdır. Neoklasik İktisat ise Klasik İktisat’ın bir türevidir. Klasik İktisat ise kapitalizmin kaldırım taşlarını dizen bir ekoldür. İktisat tanımı ideolojilerden arındırılarak yapılmalı ve evrensel bir tanım olmalıdır. İktisat tanımlamaları sahip olunan ideolojiye göre farklılık göstermesi ve çağın yaygın ideolojik sistemine göre şekillenmesi eğitimlerde de toplumun gerçekliğinden uzaklaştırarak sorunlara çözüm bulma noktasında öğrencileri çaresiz bırakıyor ve bir karmaşaya neden oluyor. Sigara içmek iktisadiyen faydalı mıdır? Yoksa sadece Neoklasik iktisada göre mi sigara içmek faydalıdır? Fayda ihtiyacın tatmin edilmesidir. İsteklerin tatmin edilmesine tüketim denir. Her istek de ihtiyaç değildir. İktisat ne demektir peki? İktisat kelime anlamı olarak mal ve hizmetleri en verimli şekilde israf etmeden kullanmaktır. İktisat, ekonomi kelimesinden daha geniş ve yerinde olan anlamından ötürü daha sistemsel açıklaması da şu şekilde yapılabilir: İktisat, insanlığın bireysel ve toplumsal olarak doğa, kişiler, kurumlar ve toplumlar arası alışverişini ve ekonominin işleyişini inceleyen, bu işleyişte kurulan ilişkilerin doğru kurulabilmesi için de çözüm önerileri sunan sosyal ve teknik bir bilimdir. Neden sosyal bilimdir? Merkezinde insan ve toplum vardır. Neden teknik bilimdir? Bilime dayalı teknik uygulamalara sahiptir.

Bilim gerçekliğin ta kendisi değildir. Bilim insanları gerçekleri ararlar, üretmezler. Bilim insanları teoriler önerir ve bunların doğruluğunu, yanlışlığını sınar. Bilim doğruları arar gerçeklere ulaşabilmek için ve iktisatın da gayesi budur. Gerçeklere ulaşmak adına doğruları ararken de matematik, istatistik, sosyoloji, tarih, hukuk ve politikayı kapsayan tüm değişkenler ile hesaplamalar yapar. Verilerin sürekli değişmesi ile bazı modeller sürdürülebilirliğini yitirdiği için sosyal bilimleri bilim saymayanlar vardır. Her alanın kendine göre bir zorluğu vardır. Sosyal Bilimler önemi, mimarisi ve çalışmaları açısından doğa bilimlerinin altında kalmayacak bir önem payına sahiptir.

Resim: The Economist

P.J.Proudhon ve P.Kropotkin: Anarşist Bir Düzende Ekonomi ve Toplumsal Organizasyon

Özet

Anarşizm teorisi son iki yüzyılın en çok tartışılan siyaset teorileri arasındadır. Yaklaşık olarak aynı dönemlerde yaşamış Fransız ekonomist ve düşünür Pierre Joseph Proudhon’un karşılıklılık ve federalizm ilkeleri ile Rus düşünür Pyotr Kropotkin’in ortaya koyduğu karşılıklı yardım ve federalizm ilkeleri bu çalışmanın araştırma konusudur. Anarşizm teorisine önemli katkılarda bulunan bu iki düşünürün  anarşist bir düzendeki ekonomik ve toplumsal organizasyonu hakkındaki fikirleri arasında önemli farklılıklar bulunmaktadır. 

Anahtar Kelimeler:  Anarşizm, Karşılıklılık, Federalizm, Karşılıklı Yardım , Geleceğin Toplumu

Giriş

Siyaset bir yönetme sanatıdır. Toplumları, kaynakları, fikirleri, kısacası insana dair her şeyi yönetmeye yarayan bir bilimdir. Carl Schmit’in deyimiyle ise: “Siyaset kaderimizdir.”1 İyi siyasetin yapıldığı yerde yaşamlarımız iyiye, kötü siyasetin yapıldığı yerde ise yaşamlarımız kötüye gider.Geçmiş ve geleceği siyaset tayin eder. Onun icadı insanlık uygarlığı için kaçınılmaz bir başlangıç olmuştur. Kimi uygarlıkların da sonunu getirmiştir. Siyaset güçlü bir kavramdır. Doğa içindeki zihnimiz ve bedenimiz ona ait gibidir. Bu yüzden özgürlüğümüz onun biçimine bağlıdır. İnsanlık uygarlığının devamı için siyaseti en “İyi” hale getirmek için çabalamak çoğu filozof tarafından büyük erdem olarak anılmıştır. Anarşizm teorisi de, diğer tüm siyaset bilimi teorileri gibi kendi “İyi” siyaset biçimini ilan etmiştir. Bu siyaset biçimine göre insanlar üzerinde bir yetke kabul edilemez bir şeydir. İnsan hiçbir baskı aracı olmadan özgür bir şekilde yaşamalıdır. Kendi “İyi” biçimini ilan eden anarşizm teorisinin ekonomik ve toplumsal organizasyon için ortaya koydukları iddialar bu çalışmanın konusu olacaktır. Bir teorinin ekonomi bilimi için sunduğu fikirler, o teoriyi inşa edecek ve yaşatacak bir öneme sahiptir. Nitekim bir teoriyi anlamak onun ekonomi ve toplumsal organizasyon için ortaya koyduğu düşünceleri anlamaktan başlar. Anarşizm teorisi, siyaset bilimi içerisindeki en tartışmalı olan teorilerden biridir.  İşte bu noktada anarşist teoriyi daha iyi kavrayabilmek için, teorinin gelişmesine büyük katkıda bulunan Fransız ekonomist Pierre Joseph Proudhon’un karşılıklılık (mutuality) ve federalizm ilkesi ile Rus anarko-komünistlerden Pyotr Kropotkin’in karşılıklı yardımlaşma (mutual aid) ve federalist nitelikteki gelecek toplumuna (future society) dair fikirleri incelenecektir. Birbirlerine yakın dönemlerde yaşayan bu iki teorisyen arasında bir karşılaştırma yapılarak, teorilerin özüne dair fikirler ortaya çıkarılmaya çalışılacaktır.

Proudhon: Karşılıklılık İlkesinin Özü

Pierre Joseph Proudhon, yaşadığı yüzyıla ve sonraki yüzyıllara bıraktığı önemli fikirleriyle isminden söz ettiren önemli bir Fransız ekonomist ve siyaset teorisyenidir. Onun siyaset ve ekonomi alanındaki düşünceleri, ekonomik güçler kavramı etrafında gelişmiştir. Karşılıklılık (mutuality) altında topladığı ilkeler ise rekabet, kolektif güç, mülkiyet, dernek, işbölümü gibi eylemlerdir. Proudhon’a göre Fransız devrimi her ne kadar feodalizmi  ortadan kaldırsa da ekonomik güçleri organize etmede başarılı olamamıştır. Onun için mesele, ekonomik güçler arasındaki dengeleri yeniden yazmaktır ve bu dengeler toplumun her üyesinin katılımıyla sürdürülebilirdir. Fakat insanların keyfi davranışları emeğin değerini nasıl etkilerdi? Proudhon için emek keyfi iradeler için değil herkesin yararına olacak şekilde organize edilmeli ve örgütlenmelidir.  Aksi halde, yönlendirilmeyen emek bir kaosa sebebiyet verebilirdi. Ona göre siyasal otorite ekonomik organizasyonu sağlama hususunda başarısızdır. Bunun sebebi ise onun despotik ve gücü kötüye kullanma eğiliminde oluşudur. 

Bireyselliği ön plana çıkaran anarşist düşünürlerden farklı olarak Proudhon, bazı yazarlarca organik anarşist olarak tanımlanır.2 Ona göre anarşizm hükümetler olmadan kurulan sosyal bir düzendir. Fakat Proudhon, siyasal bir düzenden ziyade mevcut siyasi sisteme karşı bir ekonomik sistem kurma çabasına girmiştir. Onun hedefi yasaların azınlık ya da çoğunluk grupları tarafından belirlenmesi değil her yurttaş veya komün tarafından belirlenmesidir. Düşünürün kurmuş olduğu ekonomik sistem siyasi merkezileşme yerine ekonomik merkezileşmeyi öne çıkarmaktadır. Proudhon’un zihnindeki ekonomik sistem, insan haklarına (Droit Humain) uygun ve gelişmekte olan sanayinin pratiğine dayanan yeni bir rejim olacaktır. Bu rejimin refahı evrensel olarak dağıtacağını iddia eden Proudhon, tasavvur ettiği ekonomik rejim sayesinde yurttaşların özgür olacağını vurgulamaktadır. 

Théorie de La Propriété, Qu’est-ce que la propriété ? ve Du Principe Fédératif  isimli eserlerinde, sözleşme yoluyla, öz yönetime dayalı (self-government) ve hükümetsiz bir toplumda ortaya çıkan ticaret ilkelerinin sosyal kontrole dayandığını iddia eden Proudhon, doğal değişim yani mutuality – karşılıklılık  ilkesini ortaya atar. Karşılıklılık, özgürlük ve düzen arasındaki bir sentezi ifade eder. Bu sentezin özel mülkiyet ile kolektif mülkiyet düşüncelerinin bir sentezi olduğu söylenebilir. Proudhon’a göre böylesi bir  düzenin gerçekleşebilmesi için gerekli olan en önemli husus mülkiyet haklarının adil ve eşit bir şekilde yurttaşlara teslim edilmesidir.3 

Bir anarşist düşünür olarak Proudhon, diğer anarşizm taraftarları gibi hükümetleri yerinden edecek bir devrimi değil, toplumların yönlerini değiştirecek evrimlere inanmaktadır. Eserlerinde mülkiyetin hırsızlık olduğunu iddia eden bir düşünürün, özel ve kolektif mülkiyeti nasıl tanımladığını bilmek büyük önem arz eder. Örneğin Proudhon, “Qu’est-ce que la propriété ?” adlı kitabının ikinci bölümünde özel mülkiyetin korunmasını sağlayan yasalara tepkisini şu ifadelerle anlatır: 

“The Roman law defined property as the right to use and abuse one’s own within the limits of the law—jus utendi et abutendi re sua, guatenus juris ratio patitur. A justification of the word ABUSE has been attempted, on the ground that it signifies, not senseless and immoral abuse, but only absolute domain. Vain distinction! invented as an excuse for property, and powerless against the frenzy of possession, which it neither prevents nor represses.”4

Yaklaşık yirmi bir yıl sonra, 1861 yılında yayınladığı  Du Principe Fédératif isimli kitabında toplumsal kontrol için bir temel olabilecek federalizm ilkesini dünyaya tanıtmıştır. O dönemde Fransa’nın İtalya ile ilgili sorunları, onu bu ilkeyi ortaya atmasında etkili olmuştur. Bu haliyle, federalizm ilkesi hem pratik hem de siyasal niteliktedir. Hiç şüphesiz bugün federalizm denildiğinde aklımıza gelen tanımlarla, Proudhon’un ortaya koyduğu federalist ilke arasında farklılıklar bulunmaktadır. Düşünürün gözünde federalizm özgürlük ve otoritenin barışmasını ya da uzlaşmasını ifade etmektedir:

“…une convention par laquelle un ou plusieurs chefs de famille, une ou plusieurs communes, un ou plusieurs groupes de communes ou Etats, s’obligent réciproquement et également les uns envers les autres pour un ou plusieurs objets particuliers, dont la charge incombe spécialement alors et exclusivement aux délégués de la fédération.”5

Esasta Proudhon’un federasyon ile ilgili yapmış olduğu bu tanım, Rousseau’nunki gibi siyasal değil ekonomik bir sözleşme niteliğindedir. Bu sözleşmede karşılıklılık ilkesi ile toplumun fertleri arasındaki ilişkiler belirlenir. Yazar yukarıdaki ifadesine dipnot olarak Rousseau’nun toplum sözleşmesi ile kendisinin sunmuş olduğu sözleşme arasında bir karşılaştırma yapma gereği duymuştur. Rousseau’nun toplum sözleşmesini gerçek olmayan kurgusal bir hipotez olarak değerlendirirken, federalizm teorisinin daha gerçekçi olduğunu belirtir. Du Principe Fédératif isimli eserinde federasyon ilkesi ile ilgili sunduğu ifadeler onun böylesi bir toplumsal ekonomik  düzenin temellerinin ne olduğunu açıkça ortaya koyar:

“Ce qui fait l’essence est le caractère du contrat fédératif (…) c’est que dans ce système les contractants, chefs de famille, communes, cantons, provinces ou Etats, non seulement s’obligent “synallagmatiquement”6 et commutativement les uns envers les autres, mais ils se réservent individuellement, en formant le pacte, plus de droits, de liberté, d’autorité, de propriété, qu’ils n’en abandonnent (…).”7

Proudhon’a göre federalist bir düzende aşırı otorite ve keyfi düzenlemelere yer yoktur. Emeğin egemenliği vardır. Toplumun her noktasında (okullarda, ticaret şirketlerinde, tarlalarda, parlamentoda) siyasal demokrasi yerine endüstriyel bir demokrasiyi öne çıkarmaktadır. Proudhon’un federalizm anlayışı bize onun karşılıklılık ilkesini anlamamızı sağlar. Karşılıklılık ilkesi bir kez siyasal alana uygulandığında federalizme dönüşür. Kısaca bu iki formül Proudhon’un ekonomik ve siyasal devrim için sunmuş olduğu formüllerdir. 

Kropotkin’in Gelecek Toplumu Tasavvurunda Toplumsal Organizasyon

Bir devrim sonrasında oluşacak olan gelecek toplumunun (future society) sosyal, siyasi ve ekonomik düzeni üzerine düşünen Pyotr Kropotkin, geleceğin topluluklarının esas ilkelerini eşitlik, dayanışma ve özgürlük üzerine bina etmiştir. Kropotkin’e göre bu, özel üretim araçlarının ortak mülkiyete dönüştürülmesi ve mevcut siyasal sistemin kaldırılarak bağımsız ve özgür toplumların kurulmasıyla mümkün olabilirdi. Pozitif bilim teorilerinden etkilenen Kropotkin, insanlar arasında karşılıklı yardımlaşma (mutual aid)  konusundaki düşüncelerini 1902 yılında nihayet kitaba çevirebiliği makaleleri ile formüle etmiştir. Eflatun’un deyimine yakın ifadelerle Kropotkin, insanın içinde bulunduğu sosyal yapıları koruyan ve işbirliği yapma güdüsüne sahip bir sosyal hayvan olduğunu savunmaktadır. Hatta öyle ki düşünür, baskıcı güçler ve acımasız savaşların insanın içindeki dayanışma ve yardımlaşma duygusunu köreltemediğini iddia etmiştir.

Pyotr Kropotkin bir anarko-komünisttir. Anarşist komünizm Godwin’in ifadesiyle: “devletsiz toplum fikri bütün doğal ve sosyal zenginliğin toplumsal sahipliğini ve üreticilerin hür işbirliği ile ekonomik hayatın devam ettirildiğini varsaymaktadır. O, bu düşünce ile daha sonraki anarşist komünizmin gerçek kurucusu olmuştur” (Rocker 1994:13). Kropotkin gibi diğer anarşistler temel ilkeleri ortak mülkiyet, ademi merkeziyetçilik ve kendi kendini yönetim olan bir anarko-komünizm formu geliştirmiştir.8 Kropotkin’in kafasında kurduğu anarşist ve aynı zamanda komünist toplumlar, karşılıklı yardımlaşma ilkesi etrafında çeşitli işbirlikleri yaparak özgür bir yaşam sürebilirlerdi. Denilebilir ki, ekonomik ve siyasal özgürlük Kropotkin’in düşüncelerinin ana hedefleridir.  Pyotr Kropotkin’in ideal toplumunda örgütlenme, üretim ve tüketim için insanlar federe gruplar halinde olmalıdır. 1902 yılında yayınladığı Memoirs of A Revolutionary adlı kitabında düşüncelerini daha geniş olarak ele almıştır:

“A society of equals, who will not be compelled to sell their hands and brains to those who chose to employ them in a haphazard way. But who will be able to apply their knowledge and capacities to production in an organization so constructed as to combine all the efforts for producing the greatest sum possible of well-being for all, while full, free scope will be left every individual initiative. This society will be composed of a multitude of associations, federated for all purposes which require federation […] communes for consumption, making provisions for dwellings, gas works, supplies of food, sanitary arrangements, etc. There will be full freedom for the development of new forms of production, invention and organization; individual initiative will be encouraged and the tendency towards uniformity and centralization will be discouraged. Moreover, the society will not be crystallized into certain unchangeable forms, but will continually modify its aspects, because it will be a living, evolving organism; no need of government will be felt, because free agreements and federation take its place.”9

Peki Kropotkin’in ideallerinin gerçekleşeceği gelecek toplumlar nasıl gelecek idi? Proudhon gibi zamanla evrimleşerek mi yoksa ani bir devrimle mi? Kropotkin, yeni gelecek toplumun bir devrim sonrası gerçekleşebileceğine inanmaktadır. Esasta onun bu düşüncesinin arkasındaki nedenler oldukça basit gerçekliklere dayanmaktadır. Gücü elinde bulunduranların bundan kolay kolay vazgeçmeyecekleri gerçeği. Pyotr Kropotkin, Karl Marks’ın aksine, devrimin çoğunlukla işçi sınıfının değil, çiftçilerin oynayacağı büyük rol ile gerçekleşeceğini öne sürmekteydi.10 Devrim, belirli bir sınıfın üyeleriyle değil, toplumun genelinin katıldığı kitlesel nitelikte bir devrim olacaktı.

Kropotkin’e göre devrimci aktivistler toplumun genelinin refahını amaç edinmeliydiler. Zaten onun iddiası zenginliğin tüm topluma ait olduğu yönündeydi. Üretim araçları ve mülklerin kamulaştırılarak servetin topluma paylaştırılması refaha sahip olma hakkı için (the rights to welfare) büyük bir önem arz etmekteydi. Devrimden sonra ekonomi bilimi, üretime dayalı servet edinme amacını taşıyan geleneksel halinden ayrılarak tüm insanların ihtiyaçlarını karşılayan bir bilim haline gelecekti. İlk önce insanların ihtiyaçları incelenecek, daha sonra ise bu ihtiyaçları sağlamanın araçları bulanacaktı. Nihayetinde ekonomi, insanın ihtiyaçlarını ve bunları asgari bir insan enerjisiyle sağlayabilmenin yollarını araştıran bir bilim haline gelecekti. 

Kropotkin, ekonomik krizlere fazla üretimin ve kaynakların yanlış dağıtılmasının neden olduğunu düşünmektedir. Kropotkin’in düşüncelerindeki gelecek toplumunda, kapitalizmi ve özel mülkiyet ilkelerini yeniden yaratan ücret sistemi ortadan kaldırılarak yerine ödül sistemi getirilecektir. Düşünüre göre, ihtiyaçlara göre ödüllendirme ve kabiliyete göre üretim yeni bir ilke olarak benimsenebilirdi. Pyotr Kropotkin’in ödüllendirme sistemi hakkındaki düşünceleri her ne kadar işçileri teşvik eden bir yöntem olarak görülse de o, ücret teşviki olmadan işçilerin çalışmayacağı fikrini öne süren teorileri reddetmiştir. Böylece fikirleri Bakunin’den ayrılmaktadır. Bilindiği üzere Bakunin’in iddia ettiği devrimden sonraki düzende insanlar, çalışmalarına göre ödüllendirileceklerdir.11 Pyotr Kropotkin bu iddiaya karşı çıkar çünkü her bir bireyin çalışma süresinin ya da çalışmalarının topluma katkılarını denetlemek ve değerlendirmek zor olacaktır. Ekmeğin Fethi adlı eserinde Pyotr Kropotkin, ücret konusunu kapsamlı bir şekilde ele alarak, adil bir şekilde ödüllendirmenin tek bir yol ile mümkün olacağını savunmuştur. Bu yol “bireyin yaşam ve refah hakkı” ilkesine göre kişinin ihtiyaçlarını ölçüt olarak kullanmaktır. Aslında Kropotkin, çalışmanın zorlama olmaksızın gerçekleşeceğine ve insanların yaptığı işlerden ve hobilerinden tatmin olacaklarını düşünmektedir. Böylece bireylerin topluma olan kendiliğinden katkıları artacaktır ve teşvik sistemine artık ihtiyaç kalmayacaktır.

Peki insanlar hangi alanda çalışacaklarına kendileri mi karar verecektir? Bu her bir bireyin bir alanda uzman olmasını mı gerektirecektir? Kropotkin’in her iki soruya cevabı evet’tir. Düşünüre göre uzmanlaşma, insanların genel bir eğitim aldıktan sonra ilgi ve yeteneği doğrultusunda yöneleceği bir şeydir. Ayrıca onun fikirleri, devrimden sonraki anarko-komünist düzende iş bölümü çağı sona erecek ve endüstri ve tarım bütünleşerek çiftçi ile teknisyenin artık tek bir kişi içinde birleşeceği yönündedir. Teknoloji ve makinelerin gelecek toplumdaki yeri Kropotkin için önemlidir. Teknolojik gelişmeler üretim alanının ötesinde insani ve ekonomik faaliyetlerin tamamında etkisini gösterecek unsurlardır.12 Ayrıca teknolojik araçlar ve makineler kuruldukları topluluklara ait olacaktır. Bunun yanı sıra Kropotkin tarımın sanayi işletmelerine entegre edilmesini önermektedir. Çünkü düşünüre göre  kolektif üretim sanayiye olduğu kadar tarım için de faydalıdır. Kropotkin, kolektif çiftliklerde çalışmanın keyifli ve aynı zamanda verimli olacağına inanmaktadır. 

Günümüzde fiziksel olarak saatlerce çalışmak zorunda kalanların payına pek düşmeyen, düşmesi de beklemeyen entelektüel işi Kropotkin fiziksel işle birbirine entegre etmeyi önermektedir:

“Where each individual is a producer of both manual and intellectual work; where each able-bodied human being is a worker and where each worker works both in the field and the industrial workshop; where every aggregation of individuals, large enough to dispose of a certain variety of natural resources, produces and itself consumes most of its own agricultural and manufactured produce […] Every nation with its farmers and industrialists, every person who works in agriculture or industry and combines his scientific know- how and skills, will create an ideal and cultured nation.”13

Pyotr Kropotkin’in tasavvur ettiği böylesi bir toplum düzeninde bilimin üretildiği enstitüler ufak bir akademisyen grubunu değil, el işçiliğinde de yetenekli olan bilim insanlarını, fabrika işçilerini, araştırmacıları ve çiftçileri de içerecektir.14

Kropotkin’e göre gelecek toplumdaki çalışma zevkli ve çekici hale getirilmelidir. Dahası çalışmak, insanın ufkunu genişletmelidir ve kendi karakterini ve yaratıcılığını ortaya çıkarmasına yardımcı olmalıdır. Ona göre özgür bir toplumun yegane temeli budur. Devrimden sonra iş yerleri havadar ve hijyenik ortamlara dönüştürülmelidir. Bu sayede insanlar çalışırken daha verimli ve üretken olacaklardır. Kropotkin’in bir başka varsayımı ise çalışma zamanı ile ilgili olmuştur. Düşünür, toplumun her üyesinin çalışıp ürettiği bir düzende kısa bir süre sonra insanların yalnızca yarım gün çalışmalarının yeterli olabileceğini, böylece diğer kalan zamanlarını boş zaman olarak değerlendirebileceklerini öne sürmüştür. 

Toplumsal organizasyonun olmazsa olmazı hiç şüphesiz eğitimdir. Eğitim, bir toplumun siyasal, ekonomik ve sosyal evrelerini etkilemede en önemli araçlar arasındadır. Kropotkin, devrim sonrasında her insanın toplumsal meselelerle başa çıkmasını sağlayacak, bilim ve sanatın da içinde olduğu kapsamlı bir eğitim almasının gerekliliğinden bahsetmiştir. Düşünüre göre, gençler hümanistik, sosyal ve bilim odaklı bir eğitim alarak yaşadığı dünyayı anlayabilecek ve üretim sürecine kolayca katılabileceklerdir.15 Ayrıca belirtilmelidir ki, Pyotr Kropotkin’in gelecek toplumunda insanlar işbirliği içerisinde üretime katılırken bireysel olarak özgür olmalıydılar. Yani bireyin üretime katılması için üzerinde hiçbir baskı ya da tahakküm kurulmamalıydı. Çünkü seçme hakkı da bireysel özgürlüğün alanına girmekteydi. 

Karşılılık ile Karşılıklı Yardımlaşma Arasında Bir Fark Var mı?

Kendisini anarşist olarak tanımlayan ilk kişi olan Fransız ekonomist Pierre Joseph Proudhon ile anarko-komünizm üzerine teoriler yazan Rus düşünür Pyotr Kropotkin’in anarşist bir düzendeki ekonomi ve toplumsal organizasyon hakkındaki fikirleri yukarıda incelenmiştir. Her iki düşünürün formülasyonunda da bireylerin ve böylece toplumların özgürlüğü esastır. Denilebilir ki, hem Proudhon hem de Kropotkin teorilerinde federatif bir topluma işaret edilmektedir. Fakat düşünürlerin benzer kavramlara ilişkin iddiaları farklı biçimlerde yer alır. Örneğin, P.J.Proudhon, karşılıklılık ilkesini (mutuality) özel mülkiyet ile kolektif mülkiyetin bir sentezi olarak  ortaya atmıştır. Fakat Kropotkin’in düşüncelerindeki gelecek toplumuda özel mülkiyete yer yoktur. Ona göre her şey mülksüzleştirilmeli yani ortak mülkiyet haline getirilmedir. Diğer taraftan, Proudhon’un ortaya koymuş olduğu federalizm ilkesi özgürlük ve  otoritenin bir arada sorunsuz ilerlemesine dayalı iken Kropotkin’in federalist bir düzen içindeki geleceğin toplumu tasavvuru yalnızca kolektif kararların alınacağı ve uygulanacağı bir nizamı vurgulamaktadır. Dahası, Kropotkin’in formüle ettiği toplumun üzerinde hiçbir otorite bulunmamaktadır. İki düşünür arasındaki bir başka farklılık zihinlerindeki ideal toplumların ortaya çıkış şekli noktasında yer alır. Örneğin, Proudhon Fransız Devrimi’nin sonuçlarını öne sürerek değişimin devrim ile olmayacağına ikna olmuştur. Onun için değişim zaman içerisinde evrim ile gerçekleşecektir. Pierre Joseph Proudhon’un aksine Pyotr Kropotkin ideal topluma yani gelecek topluma ancak ani bir devrimle ulaşılabileceğine inanır ve devrimin hemen sonrasında olacaklar için planlar hazırlar. Sonuç olarak, düşünürlerin ortaya attığı fikirler kelime kökü olarak birbirlerine benzeselerde her iki teoride de farklılıklar bulunmaktadır. Fakat unutulmamalıdır ki, her iki fikir insanının düşünceleri özgür ve tahakkümsüz bir toplum özlemi etrafında birleşir. 

Sonuç

Bir siyaset teorisi olarak anarşizm, bazen gerçekçi ve bazende ütopik düşünceler zeminine oturtulurken, arzu edilen düzen biçiminin tüm insanlar için ve tüm koşullar altında (farklı zihniyet, ahlak anlayışı, kültür ve dil unsuru) uygulamada nasıl gerçekleşeceği konusu hala tartışılan bir teori niteliğindedir. Proudhon ve Kropotkin’in anarşist bir toplum düzenine dair fikir ve iddialarını mercek altına alan bu çalışma iki farklı teorisyenin ekonomik ve toplumsal organizasyon hususlarında ortaya koydukları ilkeleri ayrı ayrı ele almıştır. Bunun yanı sıra, iki düşünürün formülasyonları arasında karşılaştırma yapılarak benzer kavramlar arasındaki farklı anlayış ve ifadelere açıklık getirilmeye çalışılmıştır. Özgürlük fikri çerçevesinde birleşen anarşizm teorisi tüm toplumlar için “İyi” siyaset biçiminin kendisi olduğunu öne sürmektedir. Teori her insanın özgürlüğü için onurlu bir başkaldırıya cesaret ederken, binlerce yıllık geçmiş tecrübesi olan farklı toplumların her biri için uygulanabilir reçeteler sunamamaktadır. Çünkü özgürlük kavramı herkes için farklı bir tecrübe niteliğindedir. İnsanlar özgür olmayı sabit kurallar yoluyla öğrenemezler. İki düşünürde tasavvur ettikleri düzene insanların peşinen razı olacaklarını düşünmektedirler. Proudhon ve Kropotkin’in ifadelerinden anlaşılan, insanların özgürlükleri için yapmayacakları hiçbir şeyin olmamasıdır.  Peki insanlar gerçekten özgür olmak mı istiyorlar? Herkesle eşit olmak, her şeye ama hiçbir şeye sahip olma fikri onları gerçekten mutlu edecek yada özgürleştirecek midir? Bu sorulara bir cevap bulmak zordur. Çünkü sorun özgürleşmek değil, insanların  özgürlük üzerine düşünmemeleri ve artık onu arzu etmemeleridir. Bilinmelidir ki, eğer bir devrim olacaksa bu ilk önce insanların zihinlerinde gerçekleşmelidir. Ancak bunu başardıktan sonra insanlar dayanışma içerisinde yaşamaya dair bir umut besleyebilirler. Özgürlüğü arzulamama sorunu siyaset ya da ekonomi ile ilişkili ise, bu arzuyu unutturan tüm unsurların hepsi ortadan kaldırılmalıdır. Bunun anlamı devlet otoritesini ortadan kaldırmak ya da bir devrimle farklı bir ekonomik sistem altında yaşamaya başlamak değildir. Nitekim, bilinen tarihin en başından beri insan köleliği icat etmiş bir varlıktır. İlginç olan aynı varlığın sanat ve müziği de icat etmiş olmasıdır. Anarşist teori, her ne kadar pratikte uygulanabileceğini ispat etmiş olsa da, köleliği icat eden insan ile sanat ve müziği icat eden insan çeşitlerini bir arada ve özgür bir şekilde yaşatmaya yarayacak sürdürülebilir  siyasi ve ekonomik reçeteler ortaya koyma hususunda henüz yeterli değildir.

Kaynakça

1  Schmitt, Carl, Siyasal Kavramı, Metis Yayınları, İstanbul 2006, s. 9-108.

2  William H. George Proudhon’u organik anarşist olarak tanımlayan düşünürlere örnek olarak verilebilir.

3 Pierre-Joseph Proudhon. “What Is Property? : An Inquiry Into The Principle of Right and of Government”,1890, p.141-142.

4  Pierre-Joseph Proudhon. “What Is Property? : An Inquiry Into The Principle of Right and of Government”,1890, p.141-142. / Ümmügülsüm Çavuş, Türkçe Çevirisi: “Roma hukuku, kanunun sınırları içinde kişinin kendi mülkiyetini  kullanma ve kötüye kullanma hakkı olarak tanımladı – jus utendi et abutendi re sua, guatenus juris ratio patitur. Kötüye kullanma kelimesi anlamsız ve ahlaki olmayan kötüye kullanımı değil, yalnızca mutlak mülkiyet alanını ifade ettiği gerekçesiyle meşrulaştırılmaya çalışıldı. Beyhude ayrım! mülkiyet için bir bahane olarak icat edildi ve mülkiyet çılgınlığına karşı güçsüz, ne engelliyor ne de bastırıyor.”

5 Pierre-Joseph Proudhon. “Du Principe fédératif”, 1863, p.67 / Ümmügülsüm Çavuş, Türkçe Çeviri: ‘’…anlaşmaya göre, bir veya birden fazla aile reisinin, bir veya daha fazla topluluğun, bir veya daha fazla topluluk gruplarının veya devletlerin, sorumluluğu özellikle ve  sadece federasyon delegelerine düşen bir veya birden fazla belirli nesneler için karşılıklı olarak birbirlerini zorunlu kılarlar.’’

6 synallagmatiquement: iki tarafı da bağlayıcı hükümlerle taahhüt altına sokan sözleşme.

7  Pierre-Joseph Proudhon. “Du Principe fédératif”, 1863, p.68. / Ümmügülsüm Çavuş, Türkçe Çeviri: “Özü oluşturan unsur federatif sözleşmenin niteliğidir(…)bu sistemde, müteahhitler, aile reisleri, topluluklar, kantonlar, bölgeler veya Devletler, birbirlerini yalnızca sinallagmatik ve değişmeli olarak zorunlu kılmakla kalmayıp, aynı zamanda vazgeçemedikleri daha fazla hak, yetki ve mülk kapsamında bir anlaşma oluşturarak kendilerini bireysel olarak muhafaza ediyorlar.”

8  Çuhadar, Cengiz . “Anarşizm Düşüncesindeki Farklılıklar”. Dini Araştırmalar 16 / 43 (16-12-2013) (December 2013): 112-114 .

9 P. Kropotkin, Memoirs of a Revolutionary (New York: Dover Publications, 1971): p.398-399. / Ümmügülsüm Çavuş, Türkçe Çeviri: “Kendilerini keyfi bir şekilde kullanmayı seçenlere ellerini ve beyinlerini satmaya mecbur kalmayacak bir eşitler toplumu. Ancak, herkes için mümkün olan en büyük toplam refahı üretmeye yönelik tüm çabaları birleştirecek şekilde inşa edilmiş bir organizasyonda, bilgi ve kapasitelerini üretime uygulayabilecek, buna karşın her bir bireysel inisiyatifte tam, serbest kapsam bırakılacaktır. Bu toplum, federasyonu gerektiren tüm amaçlar için federe olan çok sayıda dernekten oluşacaktır [… ] tüketim için komünler, konutlar, petrol işleri, gıda tedariği, sıhhi düzenlemeler vb. Yeni üretim, buluş ve organizasyon biçimlerinin geliştirilmesi için tam özgürlük olacak; bireysel inisiyatif teşvik edilecek ve tekdüzelik  ve merkezileşme eğilimi hayal kırıklığına uğratılacaktır. Dahası, toplum belirli değişmez biçimlerde kristalize (kırılgan) olmayacak, ancak sürekli olarak yönlerini değiştirecektir, çünkü yaşayan, gelişen bir organizma olacaktır; hükümete ihtiyaç hissedilmeyecek çünkü özgür anlaşmalar ve federasyon onun yerini almaktadır.”

10  P. Kropotkin,The Conquest of Bread, G. P. Putnam’s Sons, New York and London, 1906, Chapter XVII.

11 P. Kropotkin, Fields, Factories and Workshops Tomorrow (London: George Allen and Unwin, 1974):p.152.

12 P. Kropotkin, Fields, Factories and Workshops Tomorrow (London: George Allen and Unwin, 1974):p.152.

13 P. Kropotkin, Memoirs of a Revolutionary (New York: Dover Publications, 1971): p.27. / Ümmügülsüm Çavuş, Türkçe Çeviri: “Her bir bireyin hem bedensel hem de entelektüel çalışmanın bir üreticisi olduğu; her sağlıklı insanın bir işçi olduğu ve her işçinin hem sahada hem de endüstriyel atölyede çalıştığı yerlerde; yeterince büyük olan belirli çeşitlilikteki doğal kaynaklardan tasarruf etmek için her birey topluluğunun kendi tarımsal ve imal edilmiş ürünlerinin çoğunu ürettiği ve tükettiği yer[…]  Çiftçileri ve sanayicileri ile her millet, tarımda ya da sanayide çalışan, bilimsel bilgi ve becerilerini birleştiren her insan, ideal ve kültürlü bir millet yaratacaktır.”

14 P .Kropotkin, Memoirs of a Revolutionary (New York: Dover Publications, 1971): p.169-170.

15 P. Kropotkin, Fields, Factories and Workshops Tomorrow (London: George Allen and Unwin, 1974):p.169-187.

KUTUPLAŞMADA KÜRESELLEŞMENİN ROLÜ

Zygmunt Bauman tarafından kaleme alınan Küreselleşme: Toplumsal Sonuçları (Globalization: Human Consequences) adlı kitap New York Columbia Üniversitesi yayını olarak 1998 yılında ilk kez yayımlanmıştır. Türkiye’de Ayrıntı Yayınları tarafından 1999 yılında yayımlanan kitabın dokuzuncu basımı 2020 yılına aittir. Küreselleşme kitabı, Türkçeye Abdullah Yılmaz tarafından çevrilmiştir. Küreselleşme olgusunun üzerindeki sis perdelerini aralayarak konuya yeni açılımlar kazandıran bu kitap, beş bölümden oluşmaktadır. Bölümlerin sıralanışı ise şöyledir: Zaman ve Sınıf; Mekan Savaşları: Bir Mesleki Başarı Raporu; Ulus Devletten Sonrası – Ama Ne?; Turistler ve Aylaklar; Küresel Yasa, Yerel Düzenler.

Yazar argüman olarak kullandığı toplumsal olaylar üzerinden uzaklık, hareketlilik, yerellik, zaman-mekan sıkışması, yurtsuzlaşma, turist ve aylak gibi kavramlar vasıtasıyla küreselleşmenin bütün bireyleri tesiri altına alan ve bizleri dönüşüme iten bir süreç olduğunu belirtirken aynı zamanda sürecin iki yüzlü bir madalyon misali birleştirdiği ölçüde ötekileştirdiğinin altını çizer.

Sosyolog Zygmunt Bauman, 19 Ekim 1925’te Polonya’nın Poznan kentinde Yahudi bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Bauman ve ailesi, 1939’da Nazilerin Polonya’yı işgal etmesi üzerine Sovyetler Birliği’ne göç etmek zorunda kaldı. Eğitiminin bir kısmını burada tamamlayan Bauman, üniversitede çalışmalarının devam etmesini istese de II. Dünya Savaşı’na katıldı. Savaşın sonunda yaralanan Bauman, 1945’te Berlin’in kurtuluşu için ‘Kızıl Ordu’ya katıldı. Polonya ordusunda binbaşı olunca ‘en genç binbaşı’ unvanını elde etti. Bu sırada sosyal bilimlerden felsefe alanında yüksek lisans eğitimine de başladı. (Smith, 1999, 38-39) II. Dünya Savaşı’nın sona ermesinden sonra Varşova Sosyal Bilimler Akademisi’ndeki eğitimine devam eden Bauman, 1951’de iyi bir sosyalist toplumun fikirleri ve idealleri olacağına inandığı için Komünist Parti’nin resmi bir üyesi olmuş, 1953’te de akademik kariyerine başlamıştır. 1954 yılına geldiğinde doktora eğitimine başlamış, İngiliz işçi hareketi üzerine çalışmalar yapmıştır. 1960’ların başında Polonya sosyolojisi ile ilgili makaleler yayınlamış, kültür, günlük yaşam, İngiltere ve Amerika sosyolojisi hakkında sayısız kitap kaleme almıştır. 1966’da Polonya Sosyoloji Derneği Yönetim Komitesi Başkanlığı’na seçildi. 1968 yılında Polonyalı gençleri Komünist Parti ’ye karşı kışkırtmakla suçlandı. Varşova üniversitesindeki görevinden alındı ve sınır dışı edildi. İsrail’de, Kanada, ABD ve Avustralya gibi göçmen ülkelerinde yaşadı. 1971 yılında Leeds Üniversitesi Sosyoloji kürsüsünün başına getirildi ve 1990 yılına kadar bu üniversitede sosyoloji profesörü olarak akademisyenlik hayatını sürdürdü. 1989 yılında Amalfi Ödülünü ve 1998 yılında Theodor Adorno Ödülünü almıştır. 9 Ocak 2017 tarihinde 91 yaşındayken hayata gözlerini yuman Bauman sırasıyla Faşizmi, Reel Sosyalizmi ve Kapitalizmi bağımsız entelektüel kişiliğini koruyarak yaşamıştır.

  Bauman, doğduğu andan itibaren toplum içinde öteki olma durumunu yaşamış, Nazi işgaline uğrayan Polonya’da bir Yahudi olmanın zorluklarını ailesi ile birlikte sonuna kadar hissetmiş ve bu durumun etkilerini eserlerinde sıklıkla işlemiştir. Zygmunt Bauman, 1980’li yıllardan itibaren, Modernizm ile Totaliterizm arasındaki bağlantılar üzerine hem kuramsal hem de sosyolojik incelemeleriyle öne çıkmıştır. Bauman, aynı zamanda postmodernizm hakkındaki çalışmalarıyla da önemli bir yer tutmaktadır. Bancroft (2000, 283), Bauman’ın son zamanlarda sıkça postmodernite ile ilişkilendiriliyor olsa da son derece geleneksel ilgilere sahip bir sosyolog olduğunu ve onun postmodern çağda bir modernist veya postmodernliğin ilk Aydınlanma filozofu olarak anılabileceğini söyler.   Bauman’ı etkileyen isimler şöyle sıralanabilir: Anthony Giddens, Pierre Bourdieu, Karl Marx, Antonio Gramsci, Georg Simmel, Theodor Adorno, Hannah Arendt, Jacques Derrida.

Yazar, Küreselleşme: Toplumsal Sonuçları eseriyle enformasyon akışı, toplum, ulus-devlet, ekonomi gibi unsurların küreselleşmeyle nasıl değişim gösterdiğine dair okuyucunun zihninde yeni sorular oluşturarak cevapların beraber bulunmasında okuru teşvik eder. Küreselleşmenin toplumsal sonuçlarını toplumsal eşitsizlik, güvensizlik ve toplumsal bütünleşme bağlamında ele alan Bauman; hareket özgürlüğü, kutuplaşma, modern kentlerin toplumsal sorunları, suç, teknoloji, tüketim toplumuna gidiş, medya gösterilerinin arka planı ve planlı şehirleşmenin ne kadar düzeni sağladığı gibi alt başlıklara temas ederek bu sorunsallara cevap aramaya koyuluyor.

  Bauman, gerek yöntemsel tercihleri gerekse kavramsallaştırma becerisi ile sosyal bilimlerin pek çok sahasına önemli katkılar sunmuştur. Bunda hem düşüncesine kaynaklık eden kişilerin hem de yararlandığı kuramsal perspektiflerin önemli payı vardır. Bauman, küresel sorunlarla insanların hayatları, tüketim kültürü ile küresel açlık, göç ile güvenlik politikaları arasında ilgi çekici bağıntılar kurabilmekte ve bunları dikkat çekici bir üslupla dile anlatmaktadır. Eserde sunulan yorum çerçevesi ve ortaya konulan analizlerin de gösterdiği üzere Bauman’ın ele aldığı meseleler bilimsel değerini korumaktadır.

Zygmunt Bauman kitabının Zaman ve Sınıf başlıklı ilk bölümünde küreselleşme süreciyle oluşan kutuplaşmanın keskin bir uçuruma neden olduğunu dile getirir. Yazar aynı zamanda yerellikten kurtulan kişinin ortaya çıkacak sorunlardan da kurtulacağını şirketteki yatırım yapan insanlar örneği üzerinden anlatır. Birinci bölümün ilk alt başlığı olan Ortada Görünmeyen Toprak Ağaları, Tip 2’de yazar, geç modern dönemin kapitalistlerinin hareket kabiliyetlerini kısıtlayabilecek tek engelin idari makamların sermaye hakkındaki sınırlamaları olduğunu belirtir. İlk bölümün ikinci alt başlığı Hareket Özgürlüğü ve Toplumların Kendilerini Kurtarmalarında ise anlatılan uzaklığın toplumsal bir çıktı olduğudur ve mesafenin aşılmasındaki hıza ya da ekonomik açıdan düşünülürse o hıza erişim için harcanan maliyete göre uzaklık algısının değişkenlik gösterdiği vurgulanmaktadır. Kitabın ilk bölümünün son alt başlığında yani Yeni Hız, Yeni Kutuplaşmada ise altı çizilmek istenilen husus zamansal/mekânsal mesafelerin teknoloji aracılığıyla önüne geçilmesi durumunun belirli insanları yurtsuzlaştırdığı ve öteki insanların ise kimliklerini net bir biçimde ifade edememesine yol açtığıdır.

İkinci bölüm Mekan Savaşları: Bir Mesleki Başarı Raporu olarak belirlenmiş ve bu bölümde mekan bilincinin korunması ve biz duygusunun ancak farklı olanın dışlanması ve bireylerin tek tipleştirilmesi ile mümkün olacağı anlayışından bahsedilir. İkinci bölümün ilk alt başlığı olan Haritalar Savaşında modernleşmenin dünyayı cemaatler üstü devlet yönetimi için uygun hale getirme amacına hizmet ettiğinden dem vurulur. Kitabın ikinci bölümünün ikinci başlığında yani Mekanın Haritalandırılmasından Haritaların Mekansallaştırılmasına bölümünde ise tekel kurmanın kolaylaşması için şehrin haritanın mekan üzerindeki bir izdüşümünden öte anlamının olmaması gerektiği savunulur. İkinci bölümün üçüncü alt başlığı Agorafobi ve Yerelliğin Yeniden Doğuşu bölümündeki kilitlenen ev, araba kapıları, alarm sistemleri vb. gibi unsurların varlığı bize gösteriyor ki, çağımız her ne kadar modern olarak tabir edilse de insanlar arasındaki etkileşim güvensizlik üzerine kuruludur. İkinci bölümün son alt bölümü olan Panoptikondan Sonra Hayat Var Mı? kısmıyla Panoptikondan önce halkın halk içerisinden seçilenleri izediğini, Panoptikon ile beraber bazı seçilmiş yerellerin öteki yerelleri seyrettiğini ve Synopticona gelindiğinde yerellerin medya aracılığıyla küreselleri seyrettiği anlatılmıştır.

Kitabın üçüncü bölümü Ulus Devletten Sonrası-Ama Ne? ile yazar, devletlerin kendi varlığını sürdürebilmek için egemenliğinden çoğu zaman kendi iradesiyle vazgeçerek müttefik arayışına girmesi meselesini ele alır. Üçüncü bölümün ilk alt başlığı olan Evrenselleşme Mi, Yoksa Küreselleşme Mi? bölümüyle anlatılan küresel sahnenin devletlerin kendi aralarında değil, devlet grupları arasında birlikte barış ve yeri geldiğinde rekabet oyunun oynandığı bir konum halini almasıdır. Üçüncü bölümün ikinci alt başlığı Yeni Mülksüzleştirme: Bu Kez Devletinki aracılığıyla yazar, hareket özgürlüğünün aslında toplumsal meselelerin kolektif eylem şeklinde çözülmesini kısıtladığı sorunsalına yer verir. Üçüncü bölümün son bölümünde yani Hareketliliğin Küresel Hiyerarşisini bir alıntı yaparak aktarmanın yerinde olacağını düşünüyorum. Washington Politika Araştırma Enstitüsünden John Kavanagh şöyle diyor; “Aslında, küreselleşme bir paradokstur: Çok az sayıda insana çok büyük faydalar sağlarken, dünya nüfusunun üçte ikisini dışarıda bırakır ya da kenara iter.

Eserin dördüncü bölümünde, Turistler ve Aylaklar, günümüz endüstrisinin cezbetme ve ayartmaya dayalı olarak üretim yaptığı vurgulanır. Dördüncü bölümün ilk kısmı olan Bir Tüketim Toplumunda Tüketici Olmakda tüketime dayalı ekonomi mantığının tüketiciyi doyumunun anında olması gerektiği fikrine ittiği belirtilir. Dördüncü bölümün ikinci alt başlığında, Hareket Ettikçe Bölünüyoruz, tüketici toplumunda birinci ya da ikinci dünyanın insanı olmayı belirleyen etkenin tüketicilerin hareketlilik seviyeleri olduğunun altı çizilir. Dördüncü bölümün üçüncü kısmında, Dünyayı Mı Dolaşıyoruz Yoksa Dünya Mı Geçip Gidiyor?, aylak ve turist ayrımı üzerinden küreselleşmenin kimin lehine bir oluşum olarak tasarlandığı tartışılır. Dördüncü bölümün son başlığı Anca Beraber Kanca Beraber turist ve aylağın her ne kadar iki uç kutbu temsil etse de tüketim söz konusu olduğunda tüketici olarak aynı noktada kavuştuğu söylemine dayanır.

Eserin son bölümüne, Küresel Yasa, Yerel Düzenler, geldiğimizde karşımıza güvenlik kaygıları çıkar daha da açarsak bu bölümde yazarın sorguladığı ‘suçlular devletin adaletinde yargılanıyorken gerçekten her sorun adil bir şekilde mi çözülüyor?’ sorusunun yanıtıdır. Beşinci bölümün ilk kısmında, Hareketsizlik Fabrikalarında, iddia edilen nokta ıslah amacıyla inşa edilen hapishanelerin mekânsal bir sınırlamaya mı dönüştüğüdür. Son bölümün ikinci alt başlığı olan Islah Sonrası Çağda Hapishanelerde hapishanelerin gerçek işlevi nedir; yasa ve düzen acaba gerçekten birlikte mi ilerliyor sorusu gündeme getirilir. Beşinci bölümün bir diğer alt başlığı ise Güvenlik: Ele Gelmez Bir Amaç İçin Elle Tutulur Bir Araçtır ve bu kısımda dikkat çeken nokta hayatın değerinin hareket ile ölçülmesinin doğru olacağı ve korkulanın hapsedilmek ve dönüşüme uğramamak olduğudur. Kitabın son bölümünün son başlığı Düzen Dışı Olmakta vurgulanan husus ise suçun her zaman alt sınıflarla, kentin gettolarında yaşamını sürdüren yani yerel olanla beraber anıldığı gerçeğidir.

Yazarın bu kitap bağlamında kullandığı önemli kavramları ve anlamları belirtmek gerekirse;

  • Küyerelleşme: Sermayenin, finansın ve tüm öteki seçim ve eylem kaynaklarının, hareket etme özgürlüğünün yoğunlaşması süreci.
  • Aylaklar: Tüketim potansiyeli kısıtlı olanlar
  • Turistler: Yeterli kaynağa sahip olanlar
  • Küreselleşme: Ürünlerin, fikirlerin, kültürlerin ve dünya görüşlerinin alışverişinden doğan bir uluslararası bütünleşme sürecidir.[1]
  • Panoptikon: Hapishane reformu öncülerinden Jeremy Bentham’ın önerdiği; çalışkan, üretken, ahlaklı insanların yetiştirildiği hapishane sistemi.
  • Synopticon: Küçük azınlığın, büyük çoğunluk tarafından dikizlenmesi işlemidir.
  • Enformasyon: Karar vermeyi kolaylaştıracak biçimde verilerin toplanması, şekillendirilmiş ya da işlenmiş olan verilerden meydana gelen gerçeklik ve sayılardır.
  • Agorafobi: Alan korkusu

Küreselleşme ile hıza ve mekân üstü niteliğe erişen küreseller oluşurken, bu hızı elde edemeyen ve mekânsal bağlardan kurtulamayan insanlar daha da yerelleşmiştir; dolayısıyla toplumun içerisindeki homojen yapılar bozulmaya başlamış ve bireyler arasındaki kutuplaşmalar çoğalmıştır. Küreselleşme ile kültürel hafıza sürekli kendini güncellerken toplum içindeki ortak hafızayı ve kültürü kaybeden bireyler arasında parçalanmalar yaşanmaktadır. Küreselleşme gelişmiş ülkelere daha fazla zenginleşmeyi vaat ederken zengin ülkelerle yoksul ülkeler arasındaki ekonomik gelir uçurumunu daha da yükseltiyor ve gelişme yolundaki ülkelerin ekonomileri krizler yüzünden iniş çıkışlara maruz kalıyor. Küreselleşmenin meydana getirdiği yeni iktisadi mekanizmalar gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkeler üzerinde daha baskın bir denetim mekanizması kurmalarına olanak tanımaktadır. Yeni küresel kültür yerel kültürleri zayıflatarak toplumun kendi kültürüne yabancılaşmasına neden olur. Küreselleşme temas ettiği her şeyi tek tipleştirme amacını gütmektedir.


[1] Al-Rodhan, R.F. Nayef and Gérard Stoudmann. (2006).Definitions of Globalization: A Comprehensive Overview and a Proposed Definition.

Bauman’ın bu eserini kuramsal bir çerçeveye oturtmak istersek; küreselleşme ve topluma yansıyan sonuçlarından hareketle yapısal işlevselciliğe yöneltilen eleştiriler ve Wallerstein’ın Dünya Sistemleri Teorisine yakın bir çizgide durduğunu söyleyebiliriz. Kitabın Değişim Sosyolojisi açısından değerini izah etmek gerekirse; toplumsal değişmeyi sorunsallaştırması bakımından önem arz etmesinin yanında modern kapitalist sistemi, tüketim ve enformasyon toplumunu anlamamıza imkan sağladığı için kitap uzun bir süre daha okuyucuyu düşünmeye ve sorgulamaya yöneltecektir.

KAYNAKÇA

  • Bauman, Zygmunt (2020). Küreselleşme: Toplumsal Sonuçları”, (Çev. Abdullah Yılmaz), İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
  • Smith, David (1999). “Zygmunt Bauman Prophet of Postmodernity”, Cambridge: Polity Press.
  • https://tr.wikipedia.org/wiki/Zygmunt_Bauman
  • Bancroft, A. (2000). “Closed Spaces, Restricted Places: the Resurgence of Politics in the Work of Zygmunt Bauman”, Contemporary Politics.
  • Ertoy Muhammed ve Yalçın Haydar (Aralık 2017). “Bauman’ın Sosyolojisi ve (Sosyal) Bilime Bıraktığı Miras”, SDÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 42, ss. 183-198.

US-China Trade Wars Under The New Protectionism Trends and Production and Trade After The Covid-19 Outbreak

Introduction

Trade wars, clearly initiated by the US and China in 2018, the world’s two largest economies, affected international trade in many ways. This conflict, in which trade  protectionism policies were clearly used as a weapon, caused other countries to adopt similar policies. As a result, the volume of international trade has shrunk and many countries have given up a significant part of their free trade policies, prioritizing their national interests. Institutions such as the World Trade Organization remained ineffective in this process.

Okumaya devam et “US-China Trade Wars Under The New Protectionism Trends and Production and Trade After The Covid-19 Outbreak”

Adorno’nun Kültür Endüstrisi Kavramının Sosyolojik Perspektiften Analizi

GÜÇLÜNÜN KÜLTÜRE DAYATIMI: “TİPİK insanlar

Bu çalışmada Theodor Adorno’nun Kültür Endüstrisi – Kültür Yönetimi adlı kitabından Kültür Endüstrisi: Kitlelerin Aldatılışı Olarak Aydınlanma metni değerlendirilecektir. Metinden yola çıkılarak kültür endüstrisi kavramı tanımlanacak ve bu makalede tartışılanlar masaya yatırılarak yazarın temel problemleri, bu sorunları temellendirirken geliştirdiği dayanaklar ve zihnimizde metnin bıraktığı izlenimler makale bağlamında ele alınacaktır. Böylelikle kültür endüstrisi kavramsallaştırması vasıtasıyla kültürel bir inceleme yapılması hedeflenmektir.

Okumaya devam et “Adorno’nun Kültür Endüstrisi Kavramının Sosyolojik Perspektiften Analizi”

Donald Trump Yönetiminde ABD Dış Politikası

2017

Başkanlığa geldiği 20 Ocak 2017 tarihinde yaptığı yemin töreni konuşmasında Donald J. Trump, ABD’nin dış ticaret açığını azaltmaya ve ittifaklar içindeki yük paylaşımını yeniden dengelemeye odaklanan bir Amerikan dış politikası ve ticaret yaklaşımını duyurmuştur.Tüm medeni devletleri ise terörizme karşı birleştireceğini vadederek tüm ulusların (Tıpkı Amerika’nın bundan sonra yapacağı gibi.) kendi çıkarlarını ilk sıraya koyması gerektiğini vurgulamıştır. Trump, ne George W. Bush döneminin serüvenciliğini ne de Obama döneminin “zayıflığını” kabul etmiş; 2016 yılında seçim kampanyalarında da dile getirdiği gibi “paslanmış Amerikan dış politikasından kurtulmanın” vaktinin geldiğini açıklamıştır.

Okumaya devam et “Donald Trump Yönetiminde ABD Dış Politikası”

Basel Kriterleri ve Türk Bankacılık Sektörünün Basel Kriterlerine Uyum Sorunları Üzerine İnceleme

1973 yılında Bretton Woods Sisteminin çökmesiyle beraber sabit kur sisteminin bırakılmasına paralel olarak 1974 yılında yaşanan petrol krizi sonrası bankacılık sektöründe ve döviz piyasalarında sorunlar meydana geldi. Finansal piyasalarda ortaya çıkan bu sorunlara ortak bir çözüm bulmak amacıyla dünyada bankacılık sektörü ile ilgili düzenleyici ve denetleyici standartlar oluşturmak için Basel Komitesi 1974 yılında çalışmalarına başlamıştır(Parasız, 2018).

Okumaya devam et “Basel Kriterleri ve Türk Bankacılık Sektörünün Basel Kriterlerine Uyum Sorunları Üzerine İnceleme”

Uluslararası Ticaret ve Çatışmalara Yaklaşımlar: Ekonomik Liberalizm, Merkantilizm ve Yapısalcılık

Giriş

Günden güne daha gergin ve karmaşık hale gelen uluslararası ticaret farklı bakış açıları  tarafından açıklanabilir. Liberalizm, merkantilizm ve yapısalcı yaklaşımların kendilerine has ilkeleriyle belirlenen ticaret politikaları değişen konjonktüre göre devletler tarafından  uygulamaya konulmaktadır. Buradan, devletlerin dönem dönem yalnızca bir yaklaşıma uygun olacak şekilde ticaret politikaları oluşturduğu anlaşılmamalıdır.

Okumaya devam et “Uluslararası Ticaret ve Çatışmalara Yaklaşımlar: Ekonomik Liberalizm, Merkantilizm ve Yapısalcılık”

SÜRDÜRÜLEBİLİR BİR DÜNYAYA: COVID-19 VE EŞİTSİZLİK DİYALEKTİĞİ

İletişim Başkanlığı'ndan 9 Mayıs KOVİD-19 tablosu

2019’un son günlerinde Çin’in sınai bölgesi Wuhan’da ortaya çıkan Covid-19 adlı virüsün neden olduğu salgın, çok kısa bir süre içerisinde tüm tedbirlere rağmen küresel bir nitelik kazanmış ve günümüzde 188 ülkeyi etkileyen bir pandemi haline gelmiştir. Halen (15 Haziran 2020) tüm dünyada vaka sayısı 7 milyonu, yaşamını kaybedenlerin sayısı da 400 bini geçmiş durumdadır.

Salgının sağlık sistemi üzerindeki tüm dünyada meydana getirdiği kaosu azaltmak, hayatları korumak ve enfeksiyon eğrisini yavaşlatmak için, hükümetler acil tedbirleri devreye almışlardır: Sosyal uzaklaşma, karantina, sokağa çıkma yasakları, mal ve insan hareketliliklerinin geniş ölçüde kısıtlanması, vb. Peki alınan önlemler pandemi sürecinde neleri beraberinde getirdi? Gelin, birlikte bu konuyu biraz açmaya çalışalım.

Okumaya devam et “SÜRDÜRÜLEBİLİR BİR DÜNYAYA: COVID-19 VE EŞİTSİZLİK DİYALEKTİĞİ”