
1973 yılında Bretton Woods Sisteminin çökmesiyle beraber sabit kur sisteminin bırakılmasına paralel olarak 1974 yılında yaşanan petrol krizi sonrası bankacılık sektöründe ve döviz piyasalarında sorunlar meydana geldi. Finansal piyasalarda ortaya çıkan bu sorunlara ortak bir çözüm bulmak amacıyla dünyada bankacılık sektörü ile ilgili düzenleyici ve denetleyici standartlar oluşturmak için Basel Komitesi 1974 yılında çalışmalarına başlamıştır(Parasız, 2018).
Basel 1974’te G-10 ülkelerinin merkez bankaları tarafından kurulmuştur. İlk toplantısını 1975 yılında yapmalarının ardından her yıl üç veya dört kez toplanmaya başlamıştırlar. ABD, İngiltere, Japonya, İspanya, Almanya, Fransa, Kanada, İtalya, İsveç, Hollanda, İsviçre ve Lüksemburg merkez bankaları başkanları tarafından kurulmuştur. Basel Kriterlerinin amacı bankaların risklerini düşürmek için tavsiye niteliğindestandartlar getirerek, tüketicilerin korunmasını sağlamakve uluslararası denetim sistemindeki boşlukları doldurmak olduğu söylenebilir (Karaarslan, 2015).
Basel Komitesi, fiilen kanun ve kural koyma yetkisine sahip olmamasına rağmen, bankacılık sektörü düzenleme ile ilgili tasarı ve teklifler üreterek bunları tartışmaya açma şansına sahiptir.
Basel I
Basel I olarak adlandırılan Sermaye Yeterliliği Uzlaşısı 1988 yılında bu komite tarafından yayımlanmıştır. Bu uzlaşının başat amacı bankacılık denetiminin kalitesini geliştirmek, bankacılık sektörünü daha dirençli hale getirmektir. Bu doğrultuda asgari sermaye gereksinimleri dünya çapında farklı ülkelerde uygulanan sistemleri tekleştirip standartlaştırmıştır. Bu uzlaşı bankalara kredi verirken belirli standart kriterlere uygun davranmalarını ve üzerlerinde bulundurdukları risk üstlenme katsayılarının belirli bir değerin üzerinde olmamasını önermiştir. Basel I’e göre Sermaye/Risk Ağırlıklı Aktifler oranı %8’in üzerinde olmamalıdır. Bu, kredi veren kuruluşun en fazla sermayesinin 12,5 katı kadar risk alabilmesi anlamına gelir. Bu uygulama doğrultusunda üzerlerinde biriken riskleri artırmak için kredi veren bir kuruluşun sermaye artırımına gitmesi gerekmektedir. Başlangıçta sadece kredi riski üzerinde duran uzlaşıya 1996 yılında piyasa riski hesaplamaları da dahil edilmiştir.
Basel I uzlaşısına yönelik en büyük eleştiriler risk ölçüm yöntemlerine yöneliktir. Basel I farklı şartlar içerisinde olan ve farklı özelliklere sahip tüm bankalara, tek ölçüye bağlı risk hesaplaması yapması zaman içerisinde yetersiz kalmıştır. Bununla birlikte Basel I, zamanla önemi artacak olan operasyonel risk, faiz oranı riski, likidite riski gibi riskleri göz önünde bulundurmamaktadır. Bunun yanında Basel I’in belirlediği kredilerin risk ağırlıkları krediyi kullanan müşterinin OECD üyesi olup olmamalarına göre belirlenmiştir. Bu belirleme, riski gerçekçi bir şekilde ölçmede yetersiz kalmakla birlikte, adil olmayan, eşitsiz bir rekabet ortamı yaratmış ve uluslararası bir standardın yakalanmasını engellemiştir. Aynı zamanda Basel I kredilendirme açısından geleneksel bir yaklaşım benimsemiş, bunun sonucunda kredilendirme kişisel görüşlere dayalı kalmış ve riske göre farklılaştırma sağlanamamıştır.
Bütün bu eksikler Basel I kriterlerinin değişmesini zorunlu kılmış ve bu kriterler yerini Basel II kriterlerine bırakmıştır. İlk olarak 2004 yılında yayımlanan ve 2005 yılında alım satım faaliyetleri ve çifte temerrüt etkilerine ilişkin konularla güncellenen Basel II kriterleri, 2006 yılında kapsamlı haliyle yayımlanmıştır.
Basel II
Basel II genel haliyle üç yapısal bloğun üzerine kurulmuştur. Bunlardan birincisi Asgari Sermaye Gereksinimi, ikincisi Denetim Yapısını Gözden Geçirme, üçüncüsü de Piyasa Disiplinidir.
Asgari Sermaye Gereksinimi
Birinci yapısal blok olan asgari sermaye gereksiniminde yapılan yenilikler Basel II kriterlerinin getirdiği en önemli yeniliklerdir. Tüm bankaların aynı tip sermaye yeterlilik oranı uygulanması kaldırılmıştır, farklı bankalara farklı tip risk hesaplamaları alternatifleri getirilmiştir. Bankaların içsel risk ölçüm yöntemleri kullanmaları özendirilmiştir. Her farklı risk grubu farklı şekilde hesaplanmaya başlanmış, piyasa riski açısından önemli yenilikler olmasa da kredi riski hesaplaması tamamen değişmiştir. Tüm risk sınıfları için kredi türü bazında risk ağırlığı belirlenmesi yerine kredi kullanacak olanların risk sınıfları için müşterinin kredi değerliğini belirten derecelendirme notları aracılığıyla belirlenmeye başlanmıştır. (Erdoğan, 2014) Basel II kriterlerinin esası müşterinin içerisinde olduğu özel duruma göre farklı kredilendirmenin uygulanabilmesidir.
Basel I kredilendirme yaparken sadece öz kaynak, kredi riski ve piyasa riskine bakarken Basel II kriterleri bu üçünün yanına operasyonel riski de eklemiş, operasyonel risk bir risk unsuru olarak sayılmaya başlanmıştır. Operasyonal risk bir bankanın yetersiz denetim, personel hataları ve kalifikasyon eksiklikleri, altyapı ve teknoloji eksiklikleri veya doğal afetler benzeri harici olaylar sonucunda zararla karşılaşma riskidir.
Basel II risk hesaplamalarında bankalara farklı alternatifler sunmuştur. Bu alternatifler temel, orta ve gelişmiş yöntemler şekilde ayrılmış, orta ve gelişmiş yöntemlerin kullanılması için bazı sıkı kriterler getirilmiştir ve bankalar bu yöntemleri kullanmaları için özendirilmiştir. Bu kriterleri uygulama yeterlilikleri olan bankalar sermaye avantajı yakalamaktadırlar. Basel II’yegöre bu kriterleri sağlamayan bankalar kredi riski hesaplamalarında standart yaklaşımı uygulamakta, bu yaklaşıma göre bağımsız derecelendirme kuruluşları tarafından devletlere, kamu kuruluşlarına, bankalara veya kurumsal firmalara verilen derecelere göre risk hesaplaması yapılmaktadır. Bu yöntemle daha önceden geçerli olan OECD ülkesi olmalarına göre risk hesaplama sona ermiş, risk hesaplamaları kredi kullanacak olan müşterilere göre ayrı ayrı hesaplanmaktadır. Aynı zamanda düşük risk dereceli firmalar daha düşük maliyetli ve daha kolay fon bulabilmeleri sayesinde avantaj sağlamışlardır. Bu etkiyle Basel II firmaları iyileşmeleri yönünde teşvik etmiştir.
Basel III
2007 yılında başlayan 2008 Eylül’ünde Lehman Brothers’ın batmasıyla pik noktasına ulaşan 2008 finansal krizi bankacılık ve finans sektörünün yeterince denetlenip denetlenmediği sorularıyla birlikte Basel II kriterlerinin yeterli olup olmadığı tartışmalarını gündeme getirdi. Basel III kriterleri, bu tartışmaların üzerine doğmuştur.
Basel III, Basel II gibi bir önceki kriterlere köklü değişiklikler getirmek yerine, daha çok Basel II kriterlerine ek, destekleyici ek paket şeklindedir. Bu kriterlerle finans sektörünün ve bankaların hem sermaye kalitesi hem de sermaye miktarının yükselmesi, sermaye tamponunun güçlenmesi, risk bazlı olmayan kaldıraç oranı düzenlemesiyle Basel II kriterlerinin desteklenmesi, likidite yeterliliğinin düzenlenmesi ve bankaların stres dayanıklılığının artırılması hedeflenmiştir. Basel III kriterleri için yürürlüğe giriş tarihi 2013 olarak belirlenirken 6 yılık bir geçiş periyodu öngörülmüştür.
Basel III kriterleriyle birlikte sermaye tanımında değişiklikler olmuştur. Toplam sermayenin içerisindeki zarar karşılama potansiyeli yüksek olan unsurlar çekirdek sermaye olarak adlandırılmıştır. Bunun yanında bankacılık sektörünün krizlere karşı dayanıklılığını artırmak amacıyla mevcut sermaye yeterliliğinin ötesinde sermaye tamponu uygulaması başlatılmıştır. Sermaye oranlarını destekleyici nitelikte olan şeffaf, basit, anlaşılır ve risk bazlı olmayan kaldıraç önem kazanmıştır(Erdoğan, 2014).
Basel III kriterleri Basel II kriterlerinin eksiklerinden olan likidite yeterliliğini de düzenlemiştir. Bu düzenlemeyle ortaya Likidite Karşılama Oranı ve Net İstikrarlı Fonlama Oranı adında iki oran çıkmıştır. Likidite karşılama oranına göre bir bankanın likit varlıklarının bir bankanın 30 gün içerisindeki net nakit çıkışına oranının 1’den küçük olmaması gerekmektedir. Net istikrarlı fonlama oranına göre ise bir bankanın istikrarlı fonlama tutarının, ihtiyaç duyulan net istikrarlı fonlama tutarına oranının 1’den büyük olması gerekmektedir. Bu düzenlemeler, en başta kriz ve stres dönemlerinde, bankaların likidite sıkışıklıklarına girmelerini engellemeyi, likidite riskini düşürmeyi hedeflemektedir.
Dönemsellikleri göz önünde bulundurmadığı şeklinde eleştirilen Basel II’ye ek olarak Basel III ekonomik konjonktürü daha fazla dikkate almıştır.
Bununla birlikte Basel III kriterleri bazı endişeleri de birlikte getirmiştir. Bunlardan birincisi Basel III’deöngörülen denetimlerin sıkı uygulandığı yerlerden, gevşek uygulandığı yerlere doğru bir geçişin başlamasıdır. Buna denetim arbitrajı denmektedir.
İkincisi, Basel III kriterlerinin hükümlerinin uygulanması için uzun bir yol haritası çizilmiştir. Bu uzun yol haritasıkriterlerin uygulanmasının maliyetlerini azaltsa da uygulamadan elde edilecek sonuçların istenen düzeyde olmaması sonucunu verebilir.
Basel III hükümleri bankaların sermaye yoğun işlemlerden uzaklaşıp daha az sermaye gerektiren faaliyetlere yönelmeleri sonucunu doğurabilir.
Basel III kriterlerinin en çok eleştiri aldığı konulardan biri de risk ağırlığı hesaplamalarıdır. Basel III kriterleri kimilerine göre Basel II kriterlerinin en büyük eksiği olan risk ağırlandırmalarındaki hatalara yönelik yenilikler getirmemiş olması sebebiyle bankacı ve finans uzmanları tarafından eleştirilmiştir.
Son olarak Basel III, bankaların düşük risk ağırlıklı kamu borçlanma enstrümanlarına fazla kaymasıyla banka portföylerinin yüksek ülke riskleri barındırması sonucunu yaratabileceği şeklinde eleştirilerine maruz kalmıştır. Bunun bir sonucu olarak da görece düşük dereceli firmaların finansman zorlukları yaşaması olasıdır.
Basel IV
Basel komitesinin standart olarak yayınlanan ancak henüz yürürlüğe girmeyen veya henüz tamamlanmamış olan yaklaşık on adet çalışması vardır. Bu çalışmalar Basel IV olarak adlandırılmaktadır. Basel IV, Basel III gibi, Basel II ve Basel III kriterlerini kaldırmayı hedeflememektedir. Bunun yerine onların eksiklerini doldurmak üzerine yoğunlaşmaktadır.
Basel III sermayenin kalitesi ve miktarı, likidite oranı, kaldıraç üzerine kurulmuşken Basel IV finansal piyasa risklerinin yönetilmesinde yenilikler getirmektedir.
Basel IV fazla karmaşıklaşan sermaye yeterlilik rasyosunu tekrardan sadeleştirmek ve güvenilir kılmaya çalışmaktadır. Bu hedefle kredi ve piyasa riski hesaplamalarında standart ve içsel hesaplama yöntemlerini yakınlaştırmayı, ve hatta operasyonel risk hesaplamalarında ileri hesaplama yöntemlerini devre dışı bırakmayı önüne koymaktadır. Yine bu hedefle kredi derecelendirme kuruluşlarının devre dışı bırakılması üzerine tartışılmış, ancak sonradan doğru olanın derecelendirmek kuruluşlarının notlarının kullanılıp kullanılmayacağı kararının yerel yetkililere bırakılması olduğu üzerine anlaşılmıştır.
Türk Bankacılık Sektörünün Basel Kriterlerine Uyum Sorunları
Türk bankacılık sektöründe Basel kriterlerine yönelik yapılan ilk düzenleme 26 Ekim 1989 tarih ve 20234 sayılı Resmî Gazete’de yayınlanan, 3182 sayılı Bankalar Kanunu’na ilişkin 6 sayılı tebliğdir. Basel I kriterlerine uyum aşamalı şekilde gerçekleşmiştir. Sermaye yeterlilik oranı 1989 için %5, 90 için %6, 91 için %7 ve 92 için %8 olarak belirlenmiştir.
18 Haziran 1999 tarihinde yayımlanan 4389 sayılı Bakanlar Kanunuyla BDDK kurulmuş, bankacılık sektörü uluslararası standartlar ile uyumlu hale getirmek için adım atılmış, bankaların iç denetim mekanizmalarına sahip olması zorunlu tutulmuştur. 10 Şubat 2001 tarihli yönetmelikle birlikte piyasa riski de sermaye yeterlilik hesaplamalarına dahil edilmiştir.
Basel I kriterlerinin barındırdığı sorunlar Türkiye’yi de etkilemiştir. Farklı faaliyet kollarında faaliyet gösteren bankalarda aynı sermaye yeterliliğinin aranması ve genel olarak Basel I’in sıkıntısı olan risk hesaplamalarındaki isabetsizlik Türkiye’de de sorunlar yaratmıştır. Özellikle risk hesaplamalarının isabetsizliği sonucu bankaların sermaye oranlarına göre riskli yatırımlara girişmesine rağmen risklerini düşük gösterebilmeleri Türkiye’de yaşanan bankacılık krizinde etkili olmuştur.
Türkiye’nin Basel II’ye uygun düzenlemeleri doğrudan Basel II kriterlerinden gelmemiş, onun yerine Avrupa Birliği’nin (EU) Basel II kriterlerini temel alan 2006/48/EC ile 2006/49/EC sayılı sermaye gereksinimleri direktiflerine göre oluşturulmuştur. Basel II kriterlerine geçiş de tıpkı Basel I’e geçişte olduğu gibi sürece yayılmıştır. Bu süreci yönetmek üzere BDDK tarafından Basel II Yönlendirme Komitesi kurulmuştur. 2002 yılında geçiş hazırlıkları başlanan Basel II kriterleri, 2013’e gelindiğinde tam olarak uygulanır hale gelmiştir.
2008 finansal krizi ve sonuçları üzerine doğan Basel III kriterlerinin bir kısmı BDDK tarafından kriz öncesi uygulamaya konan proaktif önlemlerle örtüşmektedir. Özellikle BDDK’nın, Basel II’de İkinci Yapısal Blok’ta yer alan ve ölçümlerine ilişkin bir standart belirlenmemiş olan likidite riskine ilişkin çıkarttığı yönetmelikler Türkiye’nin bankacılık sektörünün 2008 finansal krizinden önemli bir likidite sıkışıklığı yaşamadan çıkmasını sağlamıştır. Daha önce %8 olan sermaye rasyosu hedefinin kriz öncesinde %12’ye çıkarılmasıbankaların yine kriz döneminde sermaye sıkıntısı yaşanmamasını sağlamıştır. Türkiye, 2008 finansal krizi döneminde bankacılık sektörünün devlet desteğine ihtiyaç duymamış tek OECD ülkesidir.
Kaynakça
İncekara, A. (2020) Bankacılık ve Finansal Kurumlar. İstanbul. İktisadi Araştırmalar Vakfı
Karaarslan, E. (2015). BASEL KRİTERLERİ VE BASEL III’ÜN TÜRK BANKACILIK SİSTEMİNE MUHTEMEL ETKİLERİ. Trabzon. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi
Mishkin, F.(2007). Para, Bankacılık ve Finansal Piyasalar İktisadı. Pearson Education Yayınları
Parasız, İ. (2018). Para Banka ve Finansal Piyasalar.Bursa: Ezgi Kitabevi
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.