Siyasetname Üzerine Bir İnceleme

Görsel :https://www.emaze.com/@AFTOWFIQ

Siyasetname nedir? Kelime anlamı üzerinde durarak başlamak yapıtı anlamamızı da kolaylaştırabilir.

 Arapça “siyaset” ve Farsça mektup, risale anlamındaki “name”den meydana gelir. Siyaset kelime olarak, hayvanı (özellikle atı) tımar etmek, bakmak, terbiye etmek; vali ve hâkim olmak; idare etmek, düzene koymak, tedbir almak gibi anlamlara gelmektedir. Teşkilat ve idare terimi olarak da birçok anlam kazanmıştır;

1. Hükümet, memleket idaresi

 2. Cezalandırılmayı hak edenlerin cezasını vermekte şiddet göstermek (erbab-ı hükümette siyaset elzemdir)

3. Ceza, cezalandırma, idam (siyasete uğramak, siyaseten kati)

4. Kamu düzenini sağlamak için yapılan icraat .

5. Devletler arası münasebetleri düzenleyen ilim

 Siyasetle ilgili işlere siyasi (siyasiyât), bu tür işlerle uğraşanlara da siyasiyyûn denilmekte olup, padişahlara, devlet ileri gelenlerine, dolayısıyla daha sonra bu görevleri üstleneceklere yol göstermek gibi gayelerle kaleme alman kitaplara da genel bir başlık olarak siyasetname denilmektedir.*(Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, “Siyasetname”, c. 8, İstanbul 1998, s. 27)

Bu makalade Nizamü’l Mülk’ün yapıtının son bölümünde  “bu kitap öğüt, hikmet, atasözleri, Kur’an yorumu, Peygamberin sözleri, diğer  peygamberlerin hikâyeleri, adil padişahların hikâyeleri ve tarihi  bilgiler” şeklinde özetlemeyi tercih ettiği Siyasetname eserinin kısa bir incelemesi ortaya konmaya çalışılacaktır.

Kitap 51 fasıldan oluşur ve fasılların başında Nizamü’l-Mülk meseleyi önce kendisi ele alır sonra ise kısa bir hikâye, rivayet, hadis, Kur’an ayeti, geçmiş büyüklerden sözler koyarak tezlerini güçlendirir. Sözü geçen eseri Nizamü’l-Mülk’ün devlet idaresiyle ilgili tecrübesini ömrünün son yıllarında topladığı bir hatırat olarak değerlendirmek mümkündür.

Vezir Nizamü’l Mülk, Sâsâni ve Gaznelileri örnek alarak, Selçuklu İmparatorluğunun saray teşkilatını kurmuş, istifa (maliye), arz (milli müdafaa), işraf (teftiş), tuğra (hariciye) divanlarını ve İslam’a dayanan mahkemeleri oluşturmuş, ayrıca meliklerin emrinde olan eyaletlere küçük divanlar tahsis etmiştir ki, onun tarafından meydana getirilen bu idari teşkilat daha sonraki bütün Türk-İslam devletlerinde, ufak tefek değişiklikler ile devam ettirilmiştir. (Kafesoğlu, İbrahim: “Nizamülmülk”, îslam Ansiklopedisi, c. 9, s. 330)

Melikşah dönemi Büyük Selçuklu Devleti haritası
Görsel: http://www.tarihportali.org/ilk-turk-islam-devletleri-haritalari/299-buyuk-selcuklu-devleti-haritasi.html

Dönemin veziri olan Nizamü’l Mülk, bir geçiş süreci yaşayan devlet ve toplumda Fars geleneklerini ve İslamî öğretileri empoze etmiştir. Bu dönemde bürokraside topluma yabancılaşma gözükmektedir. Yozlaşma dönemlerinde sistem feodal özellikler kazanmış ve büyük toprak sahiplerinin halk üzerinde baskı kurmalarına yol açmıştır. Bu yüzden alt yönetim birimlerinin ıslahına geniş yer verilmiş ve çeşitli önerilerde bulunulmuştur.

 Siyasetname, İslam dünyasında padişah başta olmak üzere ileri gelen devlet ve ilim adamlarının yol göstermek ve tavsiyelerde bulunmak amacıyla yazılan pratik amaçlar edinen bir eserdir. Daha önceden yaşanılan konuları örnek alıp o dönemin sorunları için önlemler ortaya koymasının yapıtı siyaset felsefesi üzerine yazılmış teorik bir eser olmaktan uzaklaştırdığını fark etmek gerekir.

Otuz seneyi bulan vezirlik göreviyle devlet yönetimi konusunda oldukça deneyimli olan Nizamü’l Mülk’ün Siyasetname’yi kaleme alması ise  Melikşah’ın isteği üzerine olmuştur. Bu esere kapı açan sözler şu şekildedir:

‘’…memlekete dair düşünüp saltanatımız devrindeki aksaklıkları tespit ediniz. Dergâh, divan ve sarayımızda yerine getirilmesi gerekirken es geçilen yahut gözümüzden kaçan durumları gözden geçiriniz. Ayrıca evvelki padişahların icra etmiş oldukları halde bizim de yapmamız gerekirken icrasından geri kaldığımız durumları saptayınız, üzerlerinde fikirler eyleyelim, bu fikirleri hayata geçirelim de din ve dünya işlerimiz yolunca yordamınca idame etsin diye gerek Selçukluların gerek başka padişahların töre ve âdetleri üzerinde mütalaalar edip bu mütalaaları açık seçik olarak kaleme alarak bize sununuz. Bize arzı yapılan bu çalışmalardan makul olanını hayata geçirelim ki her bir iş Kur’anca yapılsın. Mevla’ya ısmarlayalım işlerimizi ardından. İlahi gazaba uğramamak içün memlekette hakkıyla yapılan yahut fesada bulaşmış her ne var ise haberdar olalım…’’

Nizamü’l Mülk’ün tanrı tarafından seçilmiş, görevine uygun yetilerle donatılmış ve bu yüzden de meşruluğunu var olmasıyla beraber kazanan bir hükümdar tasvir eder. Siyasal iradenin ilahi güce dayandırılması hem eski Türkler’deki Kut inancıyla hem de İslam’ın kadercilik yorumuyla uyumluluk gösterir. Bu bakımdan geleneksel bir bakış açısını takip ettiğini söyleyebiliriz. Faslın devamında varlığından ve kudretinden emin olunan padişahın yapması gerekenleri ise şu şekilde sıralar:

’…öte yandan hükümdar cihanı bayındır kılar. Taşradan yeraltı suları için kanallar açar; ırmaklara yataklar yaptırır, büyük suların akışı için köprüler inşa eder, yerleşim birimlerini düzenler, tarlaları ekime elverişli kılar, surları yükseltir, yeni şehirler kurar, yüksek yapılar ve görkemli meskenler tesis eder, ana ve işlek yollarda konaklar bina ederi; ilim taliplileri için medreselerin inşasını buyurur. Böylece bu kubbede hoş bir seda baki bırakır; kazandığı duaların sevabına da diğer cihanda nail olur.’’

Övgüyle başlamış olan birinci fasılda bu büyük sorumluluğu taşıdığını söylediği Melikşah’a methiyeler düzerken aslında Nizamü’l Mülk bir padişahta olmasını beklediği özellikleri de bizlerle paylaşmış oluyor.

‘’Güzel bir çehre, temiz ahlak, adalet, civanmertlik, yiğitlik, binicilik, ilim, envai çeşit pusatları kullanma mahareti, muhtelif sanatlara vâkıf oluş, Allahü Teâlâ’nın yarattıklarına şefkat ve merhamet, vaat ve adaklarına vefa, dinde istikamet, pir ü pak bir itikat, Hakk Teâlâ’ya kulluğu sevmek, teheccüt ve nafile oruçlara riayet, din bilginlerine saygı göstermek, zahit ve dervişleri aziz ve muteber tutmak, ilim ehlini himaye etmek, hikmet sahiplerine muntazaman sadaka vermek, yoksullara iyilik eylemek, küçük dereceli memurlara ve hizmetkârlara müşfik olmak ve zalimlerin kökünü tebadan kazımak gibi hükümdarlığa yakışan hasletleri Hakk Teâlâ ona ihsan etti.’’


Sonraki fasıllarda da padişahın altına girdiği sorumluluğu adil olarak yerine getirmesi gerektiğini çokça vurgulanmıştır. Öyle ki din ve devletin birbirlerini var edip meşruiyetini sağladığı bir paradigmada vezirimiz “Saltanat küfür ile devam bulur; amma zulüm ve gaddarlıkla paydâr kalmaz.”demiş ve halka yapılacak zulmün devletin sonunu getireceğini bu güçlü ifadeyle belirtmiştir.

Nizamü’l Mülk’ün ulaşmayı hayat gayesi edindiği adil devleti üç katmanda gördüğünü söyleyebiliriz. Ahirette tanrısına hesap vermekten başka bir kısıtlaması olmayan padişah; onun eli ayağı olacak, emirlerini uygulayıp halka hizmeti taşıyacak görevlileri son olarak da kendilerini dünyada zulümden kurtaran padişahlarını sonraki hayatta hayır duaları ile azaptan kurtaracak olan halk.

Bunun oluşabilmesi içinse her bir ayağın denetimine verdiği önemi kendi sözleriyle şu şekilde anlatıyor:

‘’Binaenaleyh padişah her daim memurların ne yapıp eylediklerinden haberdar olup tuttukları yolları, törelerini yörelerini iyi bellese, bir kanunsuzlukları yahut haddi aşmaları durumunda bir dem görevde tutmayıp derhal azletse ve işledikleri cürüm mesabesinde, diğerlerine gözdağı vermek için, onları cezalandırsa gerektir. Ceza korkusundan ötürü hiç kimse içinde padişaha karşı en ufak kötü bir niyet besleyemez. Padişah mühim bir iş verdiği kişiye, haberi olmaksızın, hal ve hareketlerini teftiş için bir gözcü tayin etse gerektir.’’

Siyasetname’de devlet yönetimindeki organizasyonun yapılaşmasını ve kontrol mekanizmasını anlatırken soyut ve teknik bir anlatımdan çekinilmiştir. Anlatılmak istenilen temel öğretiyi içerisinde bulunduran hikayeler ve hadislerin yanında büyük alimlerin sözleri ile pekiştirmeler yapılmıştır.

Ve Aristoteles dahi Kral İskender’e böyle öğüt verdi: “Etkin makamda görev yapan birini görevden azlettikten sonra, düşmanla gizlice elbirliği edip seni ortadan kaldırmaması için, onu tekrar göreve atama!”

Ve dahi Pervîz böyle buyurdu: “Dört kişinin kabahati es geçilmez: Birisi memlekete kasteden, diğeri onun haremine kasteden, diğeri sırları ifşa eden, diğeri dilde melikle bir, gönlünde melik düşmanlarıyla iş tutup onların yolunu yol bilenlerdir. Melik işleri sıkı tutarsa ona hiçbir şey meçhul kalmaz.”

Nizamü’l Mülk’ün hikayelerinde halkı koruyan memurlarına göz açtırmayan sert hükümdarların övüldüğünü, halktan çalıp çırpanlarınsa sonun kötü bittiğini görüyoruz. Padişahlar kapıların halka açık olduğunu haksızlığa uğrayanların yerinin onun yanı olduğunu belirtiyor, hikayede zulmedenlere en ağır, acılı cezaları vermekten geri durmuyor.

‘’… padişah olan bitenden haberdar da tedbir almıyorsa zulme rıza gösterip zalimlere ortak olur; yok eğer haberdar değilse ahmak, aymaz kara bir cahildir. Bu iki itham da hoş değildir.’’

Hiçbir şeyin hiçbir surette gizli saklı kalmaması ve vuku bulan yahut ayyuka çıkan bir meseleye anında müdahele için kulaklarına çalınan her şeyi padişaha ulaştıracak, tacir; seyyah, sûfî, yoksul, sakatatçı kılığında, dört bir yana casuslar salınmalıdır.

İlgi çekici olabilecek bir hikayede melik kapısına gelen yaşlı zayıf eşeği fark ettiğinde onu bile adaletinden mahrum bırakmıyor.  Eşek genç ve çalışır durumdayken besleyen yaşlanınca da yemsiz susuz bırakan sahibin bulunmasını sağlayıp cezalandırılmasını emrediyor. Adaletin her zaman ve herkes için olması gerektiğinin altını çiziyor.


Yüksek mertebeli memurların paylanmasına ise ayrı bir fasıl ayrılmış ve bu konuda oldukça yararlı bir öneri getirilmiştir:  Nice bir meşakkatle büyütülüp terfi edilmiş kişiler küçük bir kusur işlediklerinde yahut hataya düştüklerinde alenen azarlanmaları haysiyetlerine dokunabilir. Bu durumda ne kadar sevecen davranılırsa davranılsın gönüllerini almak mümkün olmaz. Bir yanlışlık yapan kişiye göz yumularak gizlice çağrılması gerekir ve kendisine;

“…biz önünü açtığımız kişiye engel olmak, terfi ettiğimizin rütbesini düşürmeyi arzu etmeyiz. Seni bu defalığına mazur gördük. Bundan böyle yaptıklarında dikkatli olup böylesi küstahlıklar sergileyip hatalara düşme.” diye ikaz edilir. Buna mugayir davranışlarına devam ederse gözümüzden düşer. Artık bizden değil bizzat kendi yaptıklarının cezasının çeker. Böyle bilinsin.’’

Elbette buradan yüksek mertebelere ilişmiş şahsiyetlerin hükümdarın adalet için memurlarını atmaya çekinmeyeceği gazaptan tamamen kurtuldukları anlaşılmamalıdır. Görevini sürdürmesine zeval sürdürmeyecek kadar ufak hatalarda bulunan kimselerin aslarının önünde küçük düşürülmemesi ve saygınlığını yitirmemesi amaçlanmaktadır.

Nizamü’l Mülk’ün üretimdeki halkı bu kadar koruyup kollamasındaki büyük etmen  Selçuklu’daki üretim sistemin aynı zamanda ordunun kurulumunu içermesi, ters bir bakışla da ordunun üretiminin tarım üretiminin devamlılığını sağlaması olabilir.


Selçuklularda mülkiyeti devlete ait olan “miri” topraklar, has arazisi, ikta, mülk (özel) arazi, vakıf arazisi olmak üzere dörde ayrılmaktaydı. Selçuklularda vergileri hükümdara tahsis edilen arazi has arazisi olarak bilinmektedir. Selçuklu sultanları has arazisiyle birlikte, özel mülkiyet halinde olmayan diğer araziye de isteği gibi sahip çıkabilmekteydi.*

(Siyasetname’de Yönetim Sorunsalı, Cengiz Ekiz)

Yüzeysel olarak en çok yer kaplayan ve hem temel tarımsal üretimin yapıldığı hem de ordu sisteminin, bunun da ilerisinde devlet teşkilatlanmasını oluşumunda rol oynayan ikta topraklarında sistemin düzgün işlemesi hayati bir önem taşıyordu.

Sistemde aksaklıklardan uzak durulabilmesi için Nizamü’l Mülk bütçenin düzenlenmesine de oldukça önem vermiştir. Nereden ne kadar gelir geleceği,  bunların nasıl ayrılıp paylaşılacağı belli olmalıdır. İşlemlerin kayıt altında tutulması ise yolsuzlukların önüne geçilmesi ve ileriye dönük planların yapılabilmesi için gereklidir.

‘’Askere verilecek maaş ve istihkak(hak kazınılan şey)  kesin bir şekilde karara bağlanmış ve belirlenmiş olmalıdır. İkta sahipleri istihkaklarını karara bağlandığı üzere elden almalıdır. İkta sahibi olmayan gulamların alacağı miktar da tayin edilmelidir; hükümdara içleri ısınıp gönüllerinde ona muhabbet beslemeleri için maaşlarını bizzat padişahın vermesi en makbul yol olup yılda iki defa huzura çağrılarak yahut zamanı geldiğinde istihkakları ayrılarak kendilerine sunulmalıdır.’’

Gulam: Kölelerden oluşan padişahı korumakla görevli birlik. (Osmanlı’da kapıkulu olarak devam etmiştir.)

Ordunun ve memurların yaptıkları görev yılı, tecrübeleri, başarıları gibi liyakata dayalı özelliklerine göre ücretlendirildiğini de göz önünde bulundurmak gerekir. 

…başta orduya ayrılacak bütçe ve ikta sahiplerinin paylarının, devletin bütçe sisteminde devlet görevlilerine yaptığı ödeme biçiminin derece, hizmet yılı ve liyakat esasına göre yapıldığını göstermektedir. Bu örnek, günümüz kamu maliyesi ve bütçe sistemi içinde yer alan kıdem ve derecelerin maaş ve aylıklara esas alındığı yapının, Selçukludaki uygulamasını oluşturmaktadır. Bu sistem ve düzen Gazneli Mahmut hanedanı döneminden kalmıştır.*(Siyasetname’de Yönetim Sorunsalı, Cengiz Ekiz)

Siyasetname’de hem merkezi teşkilatın hem de vilayetlerin bütçelerinin nasıl oluşması gerektiği de ayrıntılı bir şekilde anlatılmıştır. Devletin bütçe sistemi hakkında üzerinde durulması gereken hususların başında yine hükümdarın sahip olduğu özellikler geliyor. Hükümdarlar içinde bulunan reaya (halk) ile beraber devletin sahibidir.

Buna uygun olaraksa bir çift hazine sistemi geliştirilmişti. Çift hazine sisteminde ise hazinelerden biri devlet işlerinde kullanılmak üzere ayrılırken asıl olan büyük hazineye olağanüstü haller hariç tutulmak üzere dokunulmazdı.

‘’Padişahların her zaman iki hazinesi olmuştur: Biri asıl hazine, diğeri sarfiyat hazinesi. Toplanan paraların çoğunluğu asıl hazineye, diğer kısmı ise sarfiyat hazinesine götürülmekteydi. Bir zorunluluk olmadıkça, asıl hazineden harcamazlardı. Eğer bir şey alırlarsa borç yoluyla alırlardı ve bunu tekrar yerine koyarlardı. Bu düşünce hâkim olduğu zaman, devletin ne kadar geliri varsa hepsi harcanır, ansızın  paraya ihtiyaç duyulursa ilerde eksiklik ve gecikme baş gösterirdi. Vilayet gelirlerinden, hazine için tahsis edilmiş olan para asla değişmez ve başka yerlere havale edilmezdi. Böylece harcama kendi usulünce karşılanır, maaşlarda eksiklik ve gecikme olmazdı. Hazineler daima dolu olur, padişahların işleri böylelikle düzen içinde gerçekleşirdi. ‘’

Vilayetlerin bütçelerinin ayarlanması ise eserde ayrıca ele alınmıştır. Muhtemelen aşağıdaki alıntı kamu harcaması yöntemi olarak aklımızda bir şema belirmesinde faydalı olacaktır:

‘’Vilayetlerin gelir hesapları yazılsın ve gelir yekûnu olan harcama belirlensin. Bunun faydası şudur: Harcama yapılırken dikkatli düşünülür, hesaptan düşülmesi ve tahsis edilmemesi gereken kalemler ayrılır. Gelir toplam üzerinde söylenecek sözü olanların ve tasarruf teklif edenlerin sözleri dinlenmelidir. Sözleri gerçeği ifade ettiği takdirde, gereken para tahsil edilmeli, böylece karışıklık durumuna ve para kaybına son verilmiş olacaktır. ‘’


Görsel:www.kurandakidin.com

Adil devlete ulaşmak için yönetimin en tepesinden bürokratik yapının ayrılan kollarına ,ve hatta bu bürokratik yapının işleyişine, değinen vezir kitap boyunca geleneksel bakış açısını muhafaza etmeye devam etmiştir. Planladığı yönetim düzenini ince ince anlatırken dönemin düşünce şeklini de gözler önüne sermektedir.

Padişaha ait olan yönetme erki din ile meşrulaştırılır.  Güç verilenin üstüne düşen iyi yönetme gerekliliği de dini sorumluluk olarak gösterilir. Yeryüzünde yaratıcısından gelen karar veren olma hakkı aynı zamanda ona döndüğünde vereceği bir hesabı beraberinde taşır. Bu durumda iki kılıcın da (dünyevi ve uhrevi erk/ yönetimden ve dinden gelen otorite) padişahta toplandığını söyleyebiliriz. Tanrının verdiği hakla onun kullarını dünya için (çeşitli bayındırlık faaliyetleri, düzenlemeler, kanunlar) ve ahiret için (müslüman bir toplumun yaşamasına uygun ortamı bulundurma, bunun için de gerekli kurumlar ve kanunları oluşturup denetlemesini yapma) hükümdarın hakkı ve sorumluluğudur.

Nizamü’l Milk’ün onunla aynı inanç sistemini benimsemeyenlere karşı olan düşünceleri ise oldukça katıdır. Kırk dördüncü faslın başlığı: ‘’ îslam Hükümdarlarının Düşmanı Olan Sapkın Dinli ve Haricilerin Teşhirine Dairdir’’  ise bu hususun somutlaşmasına yardımcı bir örnek olabilir.

Devam eden fasıllarda da vezir; farklı mezheplerin aslında temelde ne kadar yanlış olduğunu, müslümanlıkla taban tabana zıt hallerde bulunduklarını hikayelerinde anlatır. İslam alemi için daha büyük bir düşman olmadığını ifade eder; sapkınlıklardan, isyanlardan ve düzensizliklerden onları sorumlu tutar.

Kırk yedinci faslın sadece başlığına baktığımızda ise ‘’ Bâtınî ve Karmatîlerin Zuhuru ve Allah’ın Laneti Üzerine Olası Mezheplerini Yaymaları’’nda  Nizamü’l Mülk’ün Şiî gruplara karşı cephe alışını oldukça net bir şekilde görebiliriz.

(Karmatiler: Yediciler olarak da bilinen Şii’liğe bağlı bir mezhep)

Nizamü’l Mülk’ün yönetim sistemini geliştirmek için diğer devletlerden örnek alma açık fikirliliğine ters duran bir bakışını da kadınların şiddetle siyasetten uzak tutulmasını önerdiğinde göreceğiz. Konuyla ilgili olarak anlattığı hikayeden çıkarılması gereken sonucu Nizamü’l Mülk şöyle özetliyor:

‘’Karısıyla istişare eylediğinden ötürü bu şekilde 40 yıl heba ve telef oldu ve kendilerinden sonra bu kıssa kimsenin kadınlara danışmaması ve kadın kısmını Tanrı’nın özünde eğri olarak yarattığının bilinmesi için cihanda dilden dile aktarıldı.’’

Örnek olarak bir ayet verip yorumlayışı ise şu şekildedir:

‘’Hükümdarın kadim padişahların töresini uygulaması gerekir. Zira Tanrı azze ve celle Kur’an’da; “Erkekleri onları koruyup gözetsinler diye kadınlar üzerine hâkim kıldık” [Nisa suresi; 34] buyurur. Zira kadınların kendileri eğer kendilerini idare edebilseydiler erkeklere böylesi bir vazife verilmezdi. Meydana gelen yanlış ve aksaklıktan, kendisi üzerinde kadınların egemenlik kurmasına müsaade eden kimse sorumludur.’’

Burada bir bilgi eksikliği veya işle ilgili tecrübesizlikten ziyade kadınların yaratılışlarından ötürü bir eksiklikleri olduğunun vurgulandığı açıkça gözükmektedir. Büyük vezirin bazı konularda çağın kalıpları, ortodoks paternalist görüşün ilerisine gitmediği gözükmektedir. Bu yönüyle de Siyasetname’nin idari-bürokratik yapı ile birlikte dönemin bakış açısını yansıtan bir eser olduğunu söyleyebiliriz. Nizamü’l Mülk’ün yazdıklarını okumak hem Büyük Selçuklu devletini hem de sonrasında gelen ve ondan etkilenmiş olan diğer Türk- Müslüman devletleri anlamak konusunda önemli olacaktır.

KAYNAKÇA


Siyasetname, Nizamü’l Mülk: İş Bankası Kültür Yayınları- Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisi

Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi

Kafesoğlu, İbrahim: “Nizamülmülk”, îslam Ansiklopedisi

Siyasetname’de Yönetim Sorunsalı, Cengiz Ekiz

Geleneksel Siyaset Felsefesi Metni Olarak Siyasetname,Kadir Canatan