Karbon Demokrasi

Demokrasi Nedir?


Demokrasi, “dünyadaki tüm üye veya vatandaşların, organizasyon veya devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir tür yönetim biçimidir. Yunanca  dimokratia dimos (halk zümresi, ahali) ve kratos (iktidar) sözcüğünden türemiştir. Türkçeye, Fransızca démocratie sözcüğünden geçmiştir. Genellikle devlet yönetim biçimi olarak değerlendirilmesine rağmen, üniversiteler, işçi ve işveren organizasyonları ve bazı diğer sivil kurum ve kuruluşlar da demokrasi ile yönetilebilir.”

Karbon Demokrasi Nedir?

Timothy Mitchell’in Karbon Demokrasi :Petrol Çağında Siyasal İktidar adlı kitabından beslenen bu yazı, demokrasinin oluşmasını bilinenin aksine neyin sağladığını tüm çarpıcılığıyla ortaya koymayı amaçlamıştır.

Mitchell’e göre, kömür modern kitlesel demokrasiyi mümkün kıldı. Biz sıklıkla demokrasinin, yeni düşüncelerin yükselişi ya da insanların daha aydın bir hale gelişi ile ilişkilendiririz. Eğer kömürün ve enerjinin rollerine daha yakından bakarsak, demokrasiyi neyin mümkün kıldığını ve sonra onu neyin kısıtladığını daha iyi anlarız. Kömürün rolünü  özellikle 19.yy’da elektrik üretme, ısınma kaynağı ve endüstriyel yakıt olarak yaygın bir biçimde kullanılmaya başlandığı dönemi inceleyerek anlayabiliriz. Başlıca sanayileşmiş toplumlar, özellikle de Kuzey Avrupa, muazzam derecede artan enerji ihtiyaçlarından dolayı enerji kaynağının her birimine bağımlıydı. Bu, tarihte ilk kez karşılaşılan bir durumdu çünkü daha önce insanlar enerji ihtiyaçlarını yiyeceklerden, hayvanlar ise  orman ya da çayırlardan karşılıyorlardı. Tüm bu kaynakların yanında kömür biricik bir enerji kaynağı haline geldi ve önemi de büyük ölçüde arttı.

 Kömür sınırlı sayıdaki yollar arasında gidip geliyordu. Yeraltından, belirli kömür yataklarından çıkartılıp, elektrik santralleri, sanayi bölgeleri ve büyük şehirlerde kullanılmak üzere demiryolu ve su yollarıyla bu bölgelere taşınıyordu. Bu, sadece biricik enerji kaynağına olan bağımlılığın değil, kesintiye uğratmaya karşı olan savunmasızlığını ifade ediyordu, çünkü  bu yollar akışın kesintiye uğratılabileceği belirli kilit noktalarına sahipti.Bizzat kömür madenleri, yüklemelerin gemilere ve mavnallara yapıldığı limanlar ve kömürün çok fazla oranlarda kullanıldığı elektrik santralleri bahsedilen kilit noktalara örnek olarak verilebilir. İşte bu tarihte ilk kez işçilere tüm ülkenin enerji sistemini kapatabileceği bir imkan sağlamıştı. Daha önce böylesi bir imkan hiçbir zaman elde edilememişti çünkü enerji kaynakları daha yerel düzeyde kalıyordu.

Kapatma becerisi daha sonra genel grev halini aldı. Aslında  neredeyse her zaman tüm maden işçileri, tersane işçileri ve demiryolunda kömürü taşıyan  işçiler arasında işi yavaşlatma, enerji arzını kesintiye uğratma gibi hareketler için anlaşmaya varabilecekleri önemli bir birliktelik vardı . Bunun sonucu olarak, ilk kez sıradan çalışan insanların yaşlandıklarında korunmalarına yönelik birtakım haklar, sağlık sigortası hakkı,  çocukları için eğitim hakkı, asgari ücret hakkı gibi temel yaşam şekillerine yönelik talepleri oluşmaya başladı. Tüm bu taleplerle uzun bir süre sonra ilk kez tanıştılar. Örgütlenme, oy kullanma ve parlamentoda yer alma taleplerinde de bulundular. İşte kitle demokrasisinin kökenlerini burada bulabiliriz.

Eğer kömür demokrasiyi mümkün kıldıysa, petrol de onun sınırlarını belirledi. Bunu anlamak için enerjinin nasıl üretildiği ve dağıtıldığı ile alakalı teknik seviyeyi yeniden anlamaya çalışmalıyız. Petrolün kömürden farkı, ilk olarak, petrolün alternatif bir kaynak olmasıydı. Artık tek bir hakim enerji kaynağı yerine ikinci derecede önemli bir enerji kaynağı vardı. Ayrıca  petrolün arzının kesintiye uğratılabilme ihtimali çok azdı. İkinci esas fark ise petrolün üretildiği yerlerdi. 19. yy’da sanayi toplumları merkezlerini kömür madenlerine yakın bölgelerde oluşturmuştu. Ancak petrol için durum daha farklıydı. Örneğin Avrupa, dünyada farklı noktalarda bulunan petrolü, çok uzak mesafelerden kıtaya taşımaktaydı ve böylece petrol önemli alternatif  karbon enerji kaynağı haline geldi. Fakat petrol fiziksel özellikleri bakımından da kömürden farklıydı. Eğer bir kömür üreticisi olsaydınız, yeraltına yollanması, kömürü yüklemesi, sonrasında taşıması ve kullanılır hale getirmesi için büyük miktarda işgücüne ihtiyacınız olacaktı. Fakat petrol yeraltından kendi basıncı ile yeryüzüne çıkmaktadır ve genelde sıvı (akışkan) haldedir. Ayrıca işçiler yerüstünde kalır ve böylece  işletmenin denetim, kontrol ve diğer kuvvetlerinin gözetimi altında çalışmaktadırlar. İşte bu kömürdekinden farklı olarak onları aynı derece bağımsızlıktan yoksun bırakıyordu. Bunun yanı sıra petrol sıvı olduğu için boru hatları ve tankerlerle deniz kıyılarındaki terminallere kolayca taşınabiliyordu. Daha az oranda işgücünün çalıştırılması, fazla önemli yükleme/ boşaltma noktalarının olmaması, işçilerin gözetim ve kontrollerinin daha kolay hale gelmesi gibi sebeplerden işçilerin enerji arzını kesintiye uğratabilmeleri  oldukça zor hale gelmişti.

Yukarıda bahsedildiği üzere, petrol çoğunlukla petrol taşıma gemilerine yüklenip kolay bir şekilde deniz yoluyla taşınırken, kömür daha çok belirli noktalardan geçerek demiryollarıyla taşınıyordu. Bu üretimin yapıldığı ve kömürün kullanıldığı sabit iki nokta arasındaki bir yoldu ve bu yolu, her iki bitim noktasında da büyük  gövde ve dalların olduğu bir çeşit ağaçsı dağıtım sistemine sahip bir yol olarak düşünebiliriz. Oysaki, petrolün deniz yoluyla dağıtımını farklı yönlerde, farklı limanlarda ve farklı yerlerde kullanılan, daha çok ağsal bir dağıtım sistemine benzetebilirsiniz. Yani eğer belirli bir enerji dağıtım noktasında grevler, işçi hareketleri ya da demokrasi talepleri ile enerji kesintiye uğratılmak istenirse,  enerjinin yönü kolayca başka bir varış yerine doğru değiştirilebiliniyordu. Enerjinin denizyolu ile bu ağlarla dağıtımının esnek olması sebebiyle, enerjiyi kesintiye uğratmak çok daha zor bir olay haline gelmekteydi. Buna ek olarak petrolün üretildiği yerlerle, kullanıldığı yerler arasındaki büyük mesafelerden bahsedilebilir. Örneğin tipik olarak petrolün esas üretim merkezi Orta Doğu olsa da, buralarda üretilen petrol geçmişte kömür sayesinde gelişmiş ve sanayileşmiş ülkeler tarafından kullanılmaktadır.

Petrole  bağlı olarak kurulmuş yeni enerji sistemlerinde çalışan işgücü de, tıpkı kömüre bağlı olanlardaki gibi politik taleplerde bulunmuştur. 1920 ve 1930’larda İran ve Irak, ya da 1940 ve 1950’lerde Suudi Arabistan’da işçilerin organize olduğunu,  işçi sendikalarının geliştiğini ve siyasi taleplerde bulunduklarına rastlıyoruz. Başlangıçta çalışma koşulları, çeşitli yerlerde barınma hakları gibi taleplerde bulunsalarda, gittikçe artan bir biçimde, sendikaların ulusal siyasi partilere ve kurumlara dönüşmesi için yeniden örgütlenmesi gibi daha geniş kapsamlı siyasi taleplerde bulunmaya başladılar. Örneğin Suudi işçiler 1950’ler de anayasa talebinde bulunmuşlardı. Kömürün yükselişi ile görülen taleplerle karşılaştırıldığında fark taleplerde değildi. Asıl fark dağıtımın farklı yollarla yapılmasından  dolayı, aynı usulle enerji arzını tehtid etmedeki yetersizlikti. 

Bu, petrol döneminde enerji arzının artık kesintiye uğratılamayacağı anlamına gelmiyordu. Aksine, kesintiyi kimin yapabileceği ile ilgili bir soru ortaya çıktı. Petrol çağında enerji arzını kesmek ve sabote etmek, işçilerden onu üreten kişilere doğru değişti. Yani artık bu yöntemi işçiler değil, çok daha farklı bir amaç için petrol şirketleri kullanmaya başladılar. Petrol şirketleri, kömür işçilerine benzer fakat farklı  bir boyutta örgütlendiler. Onlar kömür işçileri gibi ulusal düzeyde değil, küresel düzeyde örgütlenerek uluslararası petrol kuruluşunu kurdular. Uluslararası petrol kuruluşu, petrolü sadece pahalıya üretmek için değil, enerji akışını kontrol etmek amacıyla kurulmuştu. Bundan sonra enerji üretiminin global düzenini bozan işçiler değil, şirketlerdi. 

Erken 20.yy döneminden günümüze kadarki petrol endüstrisinin tarihine bakarsak, şirketlerin enerji arzını kesintiye uğratma gücünü enerji fiyatlarını yükselterek, kârlarını artırmak için kullandıklarını görürüz. Özellikle 1970’lere kadar uluslararası petrol şirketleri enerji arzını kısıtlayarak olağanüstü gelir elde etmişlerdir. Orta Doğu’da petrol üretmek sadece birkaç sente mâl olurken, bu şirketler petrolü neredeyse yüz kat fazla kârla satıyorlardı.Yani  bir varili 2 dolar olan petrol, aslında sadece iki sente üretiliyordu. Olağanüstü kârlar getiren bu sistem, enerji arzını kesintiye uğratma yani sabote etme üzerine temellendirilmişti. Bunu yapabilmek, petrolü her noktada kontrol edebileceğiniz bir konumda olmayı gerektiriyordu: üretim noktası, dağıtım noktası, arıtma noktası vb. noktalarda.  Büyük petrol şirketlerinin amacı da mümkün olabildiğince tüm bu noktaları (petrol kuyuları, boru hatları, yükleme noktaları, rafineler ve dağıtım noktaları) tek bir kontrol sistemi altına almaktı. Buna bağlı olarak, petrol deniz yoluyla taşındığı için şirketler kendi petrol taşıma gemi filolarını oluşturdular. Böylece petrol taşıma gemileri büyüdükçe büyüdü ve neredeyse başlangıçtan itibaren makineleştirilmiş olan sistem içerisinde yükleme ve boşaltmada çalışan işçilerin enerjiyi kesintiye uğratma olasılıkları da, göreceli olarak azaldı. 

Bir diğer mesele ise, denizlerde istihdam edilen işçilerin ulusal hukukun dışında kalmasıydı. Kömürdeki durumda, iç ulusal hukuk sayesinde işçiler; örgütlenme, birtakım haklar da bulunma ve hayat standartlarını arttıma gibi taleplerde bulunabiliyorlardı. Petrol deniz yoluyla taşındığından, gemiler “flag of convenience”1 ülkelerine kayıt olarak hiçbir iş hukukuna bağlı kalmadan işçi istihdam edebilmektedirler. Bu da işçilerin organize olmalarını ve enerji akışını kesintiye uğratarak  taleplerde bulunma şanslarını bir kez daha çok zor hale getirmiştir.

Özetle, karbon demokrasi:“kömür gücünün yükselişiyle, onun üretimini yöneten üreticiler enerji sistemlerini durdurma becerisini kazandılar. Bu onların ilk kitle demokrasilerini inşa etmek için kullandıkları bir tehditti. Petrol Batı’ya bir seçenek sundu ve onunla birlikte yeni bir siyaset biçimi doğdu. Petrol, merkezi nesnesi -ekonomi- sonsuz büyümeye muktedir görünen doğadan arındırılmış siyasal yaşamı yarattı. Bunun sonucu Orta Doğu’nun demokratik olmamasına bağımlı hale gelmiş bir “Batı Demokrasisi” idi. Artık bunun sonuçlarını yaşıyoruz: Karbon demokrasi çağının sonunun geldiğini, yani artık ucuz enerjinin ortadan kaybolduğunu ve ekolojik düzenin karbonla beslenen çöküşünü haber veren krizle baş edemeyen, fakirleşmiş bir siyasi pratik ile karşı karşıyayız.” 2

Alıntılar:

1: -Kolay bayrak-Gemilerin herhangi bir devletin bayrağını taşıma zorunluluklarını onlara tescil kolaylığı, vergi muafiyetleri, istihdamla ilgili sınırlamaların bulunmayışı gibi avantajlar sağlayan ve bu avantajlarla gemi sahiplerince çoğunlukla tercih edilen devletlerdir. Kolay bayrak, armatörlerin bazı ekonomik yükümlülükleri engellemek için yöneldiği bir sistem olarak da algılanır.

2: Timothy Mitchell, Karbon Demokrasi, Petrol Çağında Siyasal İktidar

Reklam