Monetarizm
İktisat Tarihinde; bir sürü iktisatçı, iktisat okulu mevcuttur. Lakin pek azı ekonomide paranın önemine değinmiştir. 3 temsilcisi nobel ekonomi ödülü alan bir ekol vardır ki 20.yy’ın ikinci yarsına damgasını altın harflerle vurmuştur.
Bu ekolun adı monetarizmdir.
1929 Buhranı’nın ardından Keynesyen ekol ekonomide mutlak görüş haline geldi. Keynes’in kriz ile ilgili ortaya attığı tezler son derece makuldü. Keynesyen politikalar 30-35 yıl kadar dünyayı refah içinde götürmüş olup kriz kavramını unutturdu.
Bu süre zarfında sanayi ülkelerinin hemen hepsinde hızlı bir milli gelir ve istihdam artışı gözlenmiş hükümetlerin uyguladığı ekonomik politikalar, özellikle maliye politikası; ekonomilerin gelişmesine denk düşmüş ve bu beraberlik, Keynesyen Teorileri ve buna bağlı olarak uygulanan politikaların doğruluğunun kanıtı sayılmıştır.
Fakat 1970’li yıllara gelindiğinde durum değişmeye başladı. Kapitalist ülkeler, Keynesyen maliye politikaları ve açık bütçe politikasıyla 1973 Petrol Krizini ve stagflasyonist eğilimleri aşamadı. Hatta bu politikalarla ekonomik başarısızlıklarını daha da derinleştirdiler.
Keynesyen görüşe karşı Chicago Üniversitesinin genç profesörlerinden Milton Friedman başkanlığında toplanan bir grup akademisyen ekonomide paranın önemini vurgulayıp, konjonktürel politikaların etkisizliğini ortaya koymaya başladı.
Karl Brunner 1968 yılında ilk kez bu okul için “monetarizm” ifadesini ortaya attı. Uzun süre bu okulun görüşleri pek ciddiye alınmadı ve marjinal olarak kaldı. Ne var ki 1960’lı yılların sonlarına doğru beklenmeyen bir olay ortaya çıktı. Bu olay; işsizlikle enflasyonun bir arada görünmesiydi yani “stagflasyon”. Bu olayı Keynesgil düşünce kavrayamamışken, monetarist görüş yakalamıştı.
Bu olaydan sonra, monetarizm etkilerini yaymaya ve birçok üniversitede ağırlıklı olarak incelenmeye başlandı. Monetarist görüşün etkilerinin, politik ortamlarda da hissedilmeye başlandığı görüldü. Bu kısa girişin ardından, Monetarizmi biraz incelemekte yarar görmekteyiz.
A-) Monetarizm’in Temel İlkeleri
Bu ilkeleri 6 başlıkta inceleyecek olursak
1-) Optimizasyon Davranışı: İnsanlar, refahlarını maksimize etmek isterler. Bunun içinde kendileri için en iyi olan tercihleri yaparlar
2-) Gözlemlenen Fiyatlar ve Ücretler Genel Olarak, Uzun Dönem Rekabetçi Fiyat ve Ücretlerin İyi Bir Ortalamasıdır:
Fiyatlar ve ücretler, topluma marjdaki fırsat maliyetlerini yansıtır. Tekel ve monopson nedeniyle ortaya çıkan cari ve rekabetçi fiyatlar arasındaki fark, genel olarak önemsizdir. Tekel fiyatları, uzun dönemde sadece hükümetin piyasalara rekabetçi girişleri önlemesi durumunda mevcut olabilir. O durumda bile rekabet, tekelcinin konumunu bozan yeni ürünlerin ve teknolojilerin ortaya çıkmasına yol açar.
3-) Matematiksel Analiz: Matematiksel teorileştirmelere önem verirler. Walrasgil
kısmi denge yerine, Marshallgil kismi denge yöntemini kullanırlar.
4-) Keynesciliğin Reddi: Keynesyenler maliye politikalarını benimseyip para politikalarına pek önem göstermemiştir. Ancak Monetaristler para politikasını çok önem vermiştirler. Para politikası ile desteklenmediği takdirde maliye politikalarının genel olarak etkisiz olduğunu ifade etmişlerdir. Maliyet enflasyonu teorisinin hatalı olduğunu çünkü enflasyonun her zaman parasal bir olgu olduğunu ifade etmişlerdir. Maliye politikasının reddi Keynesciliğin reddi anlamına gelmektedir.
5-) Sınırlı Hükümet Müdahalesi: Hükümet yetkilileri, vergi ödeyenlerin çıkarını korumak dışında mevcut kaynakların bir kısmının kullanımını kendi paylarına geçirmek ve çıkarlarını kollamak yerine, bu düzenlemelerden kazanç umanların çıkarlarını korur. Bu nedenle hükümetin ekonomiye müdahalesi sınırlı olmalıdır.
6-) Uyumcu Beklentiler Hipotezi: Monetaristler “Uyumcu Beklentiler Hipotezi” ile beklentilerin iktisadi analizdeki önemini vurgulamış ve teorilerini uyumcu beklentilere göre kurmuşlardır. Uyumcu beklentiler hipotezi, geleceğin tahmininde, geçmişin değerlerini dikkate alan bir yaklaşım olup, karar birimlerinin pasif birer unsur olduğu varsayımına dayanmaktadır.
B-) Modern Miktar Teorisi:
Modern miktar teorisi, klasik miktar teorisinin yeni bir yorumudur. ABD’de Chicago Üniversitesi’nde görev yapan bazı iktisatçılar para teorisine ve bu çerçevede miktar teorisine önemli katkılarda bulunmuşlardır. Chicago Üniversitesi para konusundaki araştırmaları ile tüm dünyada Chicago İktisat Okulu olarak adlandırılmakta ve tanınmaktadır.
Friedman, bireysel bir tüketicinin para talebi analizine dayanarak, paranın genel dolaşım hızının (Y) diğer faktörler arasında, faiz oranı ve servetin reel değeri gibi faktörlere bağlı olduğunu belirtmiştir. Paranın gelir dolaşım hızı (V) değişebilir, ancak bu değişme tesadüfi olmayıp bir ekonometrik model içinde tahmin edilebilir ve açıklaması yapılabilir.
Ayrıca, Friedman birçok sanayileşmiş ülkede V’nin değerinin istikrarlı olduğuna işaret etmiştir. Buradan da para politikasının, fiyat istikrarının sağlanmasında önemli bir rol oynayacağı sonucuna ulaşmıştır.
C-) Büyük Buhran Tezi:
1948 yılında, meslektaşı Anna Schwartz ile birlikte, para arzının ekonominin davranışında nasıl bir rol oynadığını inceledi. İki ekonomistin para arzına dair bulgularını içeren ve bu göstergelere temel teşkil eden kavramları geliştirdikleri ABD’nin Parasal Tarihi (A Monetary History of United States) isimli kitabın 1963 yılında yayımlanmasından sonra gerçekleşti.
Friedman ve Schwartz Büyük Buhran’ın suçunu özel sektörün davranışlarına değil, merkez bankasının para politikasının “beceriksizliği, kötü yönetilmesi” ne yüklediler. Friedman’a göre Büyük Buhran aslında büyük daralmaydı.
D-) Parasal İstikrar’a Yönelik Düşünceleri
Friedman’a göre para miktarında ılımlı büyüme öngören bir para politikasının benimsenmesiyle parasal otorite, enflasyon ya da deflasyondan kaçınmış olacaktır. Friedman, bir başka yazısında ise para miktarındaki artış oranı ile ekonomik büyüme oranı arasında tutarlı bir ilişkinin gerekliliğinden sözetmektedir. Friedman şöyle demektedir:
“Paranın miktarı ile milli gelir ve fiyatlar arasında yakın ve düzenli bir ilişki mevcuttur. İstikrarlı bir fiyat düzeyi için paranın miktarı, ekonomide toplam üretimdeki büyüme oranına paralel bir şekilde artırılmalıdır.”
Friedman, para stokundaki artışların konjonktüre paralel olarak düzenlenmesi görüşünü kabul etmemekte ve bunun parasal kuralı zaman içerisinde giderek anlamsız hale getireceğini ifade etmektedir. Friedman’a göre parasal istikrar için ihtiyari para politikalarına son verilmeli ve sabit bir kural ile siyasi otoritenin parasal otorite üzerinde ki müdahaleleri ortadan kaldırılmalıdır.
E-) Beklentlierle Genişletilmiş Phillips Eğrisi:

Friedman’a göre, işsizlik ile parasal ücretlerin değişim oranını ilişkilendiren orijinal Phillips eğrisi hatalıydı. Parasal ücretlerin görüşmelerle belirlenmesine rağmen, işveren ve işçilerin her ikisi de aslında parasal değil, reel ücretlerle ilgilenmektedirler. Ücret pazarlıkları farklı zaman dönemleri için görüşüldüğünden, öngörülen reel ücret, sözleşme boyunca olması beklenen enflasyon oranını etkilemektedir. Friedman, Phillips eğrisinin, reel ücret değişim oranlarına göre ayarlanması gerektiğini savunmuştur. Bu nedenle Friedman, parasal ücretlerin değişim oranını belirleyen ilave bir değişken olarak öngörülen veya beklenen enflasyon oranı ile orijinal Phillips eğrisini genişletmiştir.
F-) Keynesgil Görüş’ün ve Genel Teori’nin Eleştirisi
Milton Friedman ve taraftarları, Keynes’in eleştirisinden yola çıkıp, hiç de yenilik getirmiş olmadığını söylediler. Friedman, bu sonuca şöyle varıyor:
“Genel Teori”de Keynes’in yaptığı, sadece nakdi gelirle para arzı arasındaki ilişki yerine, nakdi gelirle yatırım veya otonom harcamalar arasındaki ilişkiyi vurgulamaktır. Bunun sonucunda, gerek teori gerek politika yatırım, maliye politikası ve tüketim harcamalarıyla gelir ilişkisine önem vermiş, para sahneden silinmiştir.
Keynes, miktar teorisini reddetmemiş olsa da, ondan farklı bir yaklaşımı vardır. Eksik istihdam dengesi koşullarında(Fisher denklemindeki) V ya da (Cambridge denklemindeki) k nin çok istikrarsız olduğunu ve nakdi gelir ya da para arzındaki bağımsız değişmelere, bunların edilgen biçimde uyacağını iddia etmiştir. Varsaydığı koşullarda, mübadele denklemi veya Cambridge denklemi iktisat politikası veya geleceği öngörü için yararlı sayılamazdı.
Friedman’a göre, Keynes’in miktar teorisinden ayrılmasına yol açan şu varsayımlardı:
İlk olarak para talebini, düşük faiz hadlerinde mutlak diye kabul etti. Bu koşulda, para miktarı değişmeden gelir değişebileceği gibi, gelir değişmeden de para miktarı değişebilirdi. Keynes’in kendisi, mutlak likidite tercihinin gelecekte önemli olabileceğini söylediyse de, bunu istisnai bir durum sayıyordu. Bununla birlikte, faiz hadlerini, çoğu zaman bunun biraz üzerinde oluşuyor kabul etti; dolayısıyla, paranın dolanım hızını, sanki bu istisnai durum geçerliymiş gibi istikrarsız diye düşündü. İkincisi, izleyicileri daha da ileri gidip: Tüketim ve yatırım harcamalarının faiz haddi değişmelerine duyarlı olmadığını kabul ettiler, öyle ki para miktarındaki değişmelerin, paranın dolanım hızında ters yönde bir değişmeyle telafi edileceğini ileri sürdüler. Oysa Friedman’a göre, tüketim ve yatırım harcamalarının faiz elastikliği yüksektir.
Paranın miktar teorisiyle Keynesgil tahlil arasındaki farklar, Friedman’a göre, teori değil, sadece ampirik bulgularla saptanabilecek varsayımlarla ilgilidir. Bu nedenle Friedman, paranın dolanım hızının Keynesyenlerin söylediğinin tersine, istikrarlı olduğunu kanıtlamak için genel istatistikî araştırmalarda bulunmuştur.
İkinci Dünya Savaşından sonra Keynesyen teorinin etkisinde, bir ülke diğerini izleyerek ucuz para politikası uygulamıştır; efektif talep yetersizliğini gidermek için yatırımları artırmayı amaçlamıştır. Sonuç, miktar teorisinin de öngördüğü gibi enflasyon olmuştur.
G-) Monetarist Para Talebi:
Friedman’a göre para talebi, halkın nakit dengesi talebidir. Halk nakit dengesini sağlama peşindedir, çünkü nakit akış dengesi halka yarar sağlar. Hane halkı ve iş âleminin her hangi bir anda ellerinde tutmayı arzu ettikleri para miktarını belirleyen üç faktör vardır. Bu üç faktör, para arzını etkileyen etkenlerden bağımsızdır.
1-) Toplam Servet: Beşeri sermaye dâhil bütün toplam servet türleri, en iyi şekilde sürekli gelir ile ölçülür. Servet veya sürekli gelir artarken, halkın nakit dengesi olarak elinde tutmayı arzu ettiği para miktarı da artar.
2-) Elde Para Tutmanın Maliyeti: Elde para tutmanın maliyeti yükseldikçe, elde tutulan para miktarı azalır. Fırsat maliyeti başlıca üç türlü olabilir:
a-) Getiri Oranı: Elde para tutmanın alternatif maliyetinden birincisi, diğer servet türlerinden elde edilecek olan doğrudan getirilerdir.
b-) Beklenen Enflasyon Oranı: Beklenen enflasyon oranı, reel varlıklardan elde edilen sermaye kazançlarının alternatif maliyetidir. Beklenen enflasyon oranı, değer yitiren varlıklar üzerinden kaybedilen getiridir.
c-) Fiyatlar Genel Seviyesi: Fiyat seviyesi, enflasyon oranından farklı bir kavramdır. Tüketici fiyat endeksi ile ölçülen fiyatlar genel seviyesindeki artışlar, talep edilen para miktarında aynı oranda artışa sebep olacaktır. Halk, reel nakit dengesini sabit tutmak için, nominal nakit dengesini yükseltmek isteyecektir yani yüksek fiyatlı malları satın almak için daha fazla nakit dengesi tutmak isteyecektir.
3-) Tercihler: Halkın elinde tuttuğu para miktarı, parayı elde tutma ile harcama arasındaki tercihlerine bağlıdır. Friedman’a göre halkın parayı elde tutma ile kullanma arasındaki tercihi uzun dönemde göreceli olarak sabittir.
H-) Monetarizmin Teorik Yapısı
Monetarizmin teorik yapısını başlıca şu dört nokta etrafında toplanır;
1-) Ekonomik yaşamı etkileyen temel faktör parasal değişimlerdir.
2-)Para arzında meydana gelen değişmelerin yansıması, genellikle makro karakterde olup; -aktif varlığın fiyat ve getiri oranlarındaki değişmeler nedeniyle yeniden düzenlenmesi yoluyla ortaya çıkar.
3-) Ekonominin istikrarını bozan etkenlerin çoğu, hükümetlerin izlediği maliye politikasından ve para otoritelerinin firmalar ve kişiler arasında farklılık yaratıcı keyfi uygulamalarından kaynaklanır.
4-) Amaç değişkenlerle araç değişkenler arasındaki ilişkilerin analizinde Keynesyen Makro Teorinin eşanlı denklemlerden oluşan karmaşık modelleri yerine az sayıda denklemden oluşan “küçük modellerin” hatta tek denklemli modellerin kullanılması daha güvenilir sonuçlar vereceği gibi daha da ekonomik olur.
I-) Doğal İşsizlik Oranı
Milton Friedman, geçici ve yapısal işsizlik biçiminde ortaya çıkan işsizliği ‘doğal işsizlik’ ve bunun oranına da ‘doğal işsizlik oranı’ adını veriyor. Doğal işsizlik oranı her ekonomi için kendi yapısına göre oluşmuş farklı bir orandır. Bu tür hesaplamalar genellikle uzun yıllar ortalaması alınarak yapılır.
Kaynakça
AKTAN, Coşkun Can- Monetarizm ve Rasyonel Beklentiler Teorisi- Ekonomi Bilimler Dergisi cilt 2 no1, 2010 ISSN 1309-8020
BOCUTOĞLU, Ersan- İktisadi Düşünceler Tarihi- Ekin Yayınları- Bursa- 2016-3.Basım
KARABULUT, Gökhan- Gelişmekte Olan Ülkelerde Finansal Krizlerin Nedenleri- Der Yayınları- İstanbul- 2011- 2.Basım
KAZGAN, Gülten- İktisadi Düşünce Politik iktisadın Evrimi- Remzi Kitabevi- İstanbul- 2018- 21. Basım
ÖZGÜVEN, Ali- İktisadi Düşünceler Doktrinler ve Teoriler- Filiz Kitabevi- İstanbul- 2011- 4. Basım
PARASIZ, İlker- Monetarizm ve Friedmancı Düşüncenin Temelleri- Tekstil ve Mühendis yıl 5 sayı 25 1991
SAVAŞ, Vural Fuat- Politik İktisat- Beta Yayınları- İstanbul- 2016- 8.Basım
SNOWDON, Brian& VANE, Howard- Modern Makroekonomi Temelleri, Gelişimi ve Bugünü- Efil Yayınevi-Ankara-2012-1.Basım
THORNTON, Phil- Büyük Ekonomistler- Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları- İstanbul- 2018- 2.Basım
ÜNSAL, Erdal- Makro İktisat- Murat Yayınları- Ankara- 2018- 11.Baskı
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.